YADO
(01.07.1889 | 1929)
Kürdistan Kartalı General Yadin Mehmud Ebas Beg
Yado (Yadin Mehmud Ebas) 1920’ler
1925 yılında Şeyh Said kıyamında 'Xarpêt-Mazra-Elazîz - Palu bölgesinin komutanlığını yürüttü.
O dönem “Yaşa Kemal Paşa” sözüne karşılık, Kürtler “Yaşa Yado Paşa” demişlerdir.
Kurdistan's Hero: Kurdistan's Eagle YADO
- Destroyed the Invader İslamo-Fascist Turkish Army in Kurdistan's Mountains in 1920s
Kamiran Alî Bedirxan'ın Herbert Oertel ile Almanca olarak kaleme aldığı "Kürdistan Kartalı Yado" adlı romanı. Kitap İlhami Yazgan tarafından Almancadan çevrildi.
Kamiran Alî Bedirxan'ın kaleme aldığı Kürdistan Kartalı 1937 yılında Almanya'da yayımlanmıştır. Bedirxan, kitabında adı Kürt direniş tarihine cesaret, yiğitlik ve özverinin simgesi olarak geçmiş Yado'yu anlatmaktadır. Almanca olarak yayımlanmış ve Yado'nun etrafında gelişen olayları bir roman denemesiyle aktaran yazar, Yado'nun şahsında, Kürt halkının özgürlük mücadelesini ele almaktadır. "Kürdistan Kartalı" Kürt halkını ve onun değer yargılarını, iç ilişkilerini, kültürel dinamizmini ve özellikle de özgürlük azmini başarılı bir biçimde anlatıyor. Bu eserle Kamiran Alî Bedirxan, ortaya estetik ve içerik açıdan yetkin bir ürün koymayı ve Yado'yu Kürt edebiyatına kazandırmayı başarmıştır. Bu vesileyle hem yazarı, hem de romanında yeniden yarattığı Yado'yu saygıyla anıyoruz.
(Avesta Tanıtım Bülteninden)
Baskı Yılı: 2014
İlk Baskı Yılı : 2014
Sayfa Sayısı : 168
______________________________
- Çolig'in çağdaş Yado'su Mustafa Ayçiçek'in yaşam öyküsünü uzun süreden beri yazmayı düşünüyordum. Miçê ortaokul ve liseden çok samimi ve sınıf arkadaşımdı. Mustafa Ayçiçek çok yetenekli sabırlı ve en önemlisi de cesur ve atletik bir yapıya sahipti. Çolig ve çevresinde gerillacılık yaptığı dönemlerde gittiği her köyde cesaret ve mütevaziliği ile insanlar üzerinde etki bırakmıştı. Çoligin ilk gerilla gurubundandı ve bölgede en uzun süre eylem yapma pratiğiyle ön plana çıkan ilklerdendi.
- Çolig ve çevresindeki işbirlikçi çetelerin korkulu rüyasıydı. Çevrede ses getiren tüm eylemlerde kendisi olmasa bile hep onun isminden bahsedilirdi. Tıpkı Yado gibi onun nefesi, ruhu ve felsefesi Kurdistan'ın her yerindeydi.
- Mıçê'nın hem anne hem baba tarafından ailesi Şeyh Said hareketinde yer almış ve direniş göstererek büyük bedeller ödemişler. Bu iki aile, yakın dönem Kürdlük davasında da aynı geleneği hiç ödün vermeden devam ettirmişlerdir. Yakın dönem direnişlerinde Mustafa Ayçiçek, Abdullah Ekinci ve İdris Ekinci ilk akla gelen önemli şahsiyetlerdir.
- Kürdlük vadisinde iz bırakan bu iki ailenin çocukları üzerindeki etkisi nereden kaynaklanıyor demekten de insan kendini alamıyor.
- Bakın bu aileden çıkan direnişçilerin ruh ve düşünce bağlamında hangi kaynaktan beslendikleri ağabey M. Arif Ayçiçek'in şu sözlerinde saklıdır.
- Bizim çocukluğumuz Queşka Bellekt'e geçti. Bazen dedem Arif Faris ve yeğeni Yado'nun eski silah arkadaşları ve sevenleri köşke misafirliğe geliyorlardı. Kürdistan davası, Yado ile dedemin kahramanlıkları gece sohbetlerinin ana temasıydı. Rahmetli annem ve babam evimizin o kocaman salonuna biz çocukları adeta bir öğrenci gibi sohbetleri dinlememiz için yollardı. İşte bu cemaatlerdeki sohbetlerde konuşulan kahramanlık hikayelerini usulce dinleyerek tanıklık yaptık. Kısaca kendimizi meselenin içinde bulduk. Kürdistan mücadelesine dair anlatımlarda yer alan bu zengin tarihi bilgileri daha çocuk yaştayken beynimize nakış ettik. Babamın vefatıyla ayaklı bir kütüphane olan annem bu hikayeleri devam ettirdi. Sonradan öğrendik ki babamın vasiyetiymiş; "Çocukları bu anılarla büyütün ki dedeleri Arif Faris ve yeğeni Yado'ya layık olup, onların davasına halel getirmesinler.."
***
- Mustafa Ayçiçek, Şeyh Said ve Şeyh Şerif Kelaxsi gibi kürd önderlerini ağırlamış, tarihi toplantı ve kararların alındığı Çolig/ Çarşuyê Ciyêr'de, Queşka Bellek gibi tarihi bir mekânda yaşama gözlerini açmıştır
- Bu köşkün sahibi Arif Faris, Çolig'de Şeyh Said hareketine en yakın duran kişidir ve Mustafa Ayçiçeğin dedesidir. Arif Faris, 1925 direnişinde Çolig'de köşk görünümünde olan bu evini Şeyh Said'in hizmetine sunmuştur. Bu evde toplantılar düzenlenmiş, harekete ilişkin kararlar alınmıştır. Direniş dönemi itibarıyla Arif Faris'in evi Kürd direnişçilerine bir nevi hükümet konağı işlevini görmüştür.
- Mustafa Ayçiçek, Çoligin Mıçê'si, PKK hareketindeki ismi (KAZIM), en önemlisi de benim yıllar önce koyduğum tespitle yakın dönemin çağdaş Yado'suydu.
- Kürdlerin efsanevi komutanı YADO Mustafa Ayçiçek'in dedesi Arif Faris'in yeğenidir. Yado da Queşka Bellek'in daimi müdavimlerinden olup, bu köşkteki toplantılara katılmış, alınan kararlara tanıklık yaparak feyiz almıştır.
- Yado, 1925 hareketi süresince ve daha sonraki dönemde de tüm yaşamı boyunca partizan savaşçılığını sürdürmüştür, Kürd tarihinde bir efsane olarak anılmaktadır.
- Queşka Bellekin atmosferi öyle bir atmosfer ki; yıllar geçse de oranın havasını soluyan, oradaki uzun kış gecelerinde anlatılan Kürd direnişçilerinin öykülerini usulce dinleyen kişilerin yiğitlik sırrı bilinmez. Orada bileniyor, sonra bir türkü olup sonsuzluk ülkesine gidiyorlar.
- İşte Yado, işte Mustafa Ayçiçek, işte Abdullah Ekinci, işte İdris Ekinci ve ardılları..
- Queşka Bellek'in tarih anlatıcıları da zamanın imbiğinden süzülerek gelen açlığa, sefalete, ölüme, sürgüne ve yalnızlığa göğüs germeyi yaşamlarıyla ispatlamış eşlerinin anılarına, davalarına bağlı kalmış fedakar kadınlardır.
- Bu ayaklı kütüphane ve sözlü anlatıcılar olmasaydı ne deyirlerimiz, ne stranlarımız ne de kahramanlık üzerine anlatılan hikayelerimiz olurdu. Belki hepsi kaybolup giderdi. Biz de bugün bu yazılanlardan habersiz, bu kahramanların öykülerinden mahrum olurduk.
Mustafa Ayçiçek’in Çocukluğu ve Ailesi
- Çolig'de halk arasında “Miçê” olarak anılan yiğit, fedakar ve kahraman direnişçi Mustafa Ayçiçek 1961 yılında Çolig/Çarşuyê Ciyêr/ Queşka Bellek'te dünyaya geldi.
- Babasının adı M. Sıddık Ayçiçek, halk arasında Sıddık Halime Faris olarak anılır. Halime ismini merak edenler iki yıl evvel neşrettiğim eşi Arif Faris'in yaşam öyküsünü okuduklarında daha iyi anlarlar. Kürdlerde bir çok değerli insan eşinin anısına bağlı kalan yiğit ve fedakar annelerinin isimleriyle anılırlar.
- Mustafa'nın annesi Emine Hanım da Çolig'in yerli ailelerinden Mella İbrahim Ekinci'nin kızıdir. Mella İbrahim de köken olarak Ayçiçek ailesi gibi 1850'li yıllarda Zikte/Şin köyünden gelip Çolig'e yerleşirler.
- Mella Îbrahim başta olmak üzere kardeşi Mella Mehmed (Malla şeş gışt) ailece sürgüne edilirler. Mella İbrahim'in ailesi Kayseri'ye, Mella Mehmed ve ailesi ise Manisa'ya sürgüne yollanırlar.
- Mella İbrahim'in ailesi sürgüne giderken, kendisi Yado ve arkadaşlarıyla beraber Bin -Xete (Suriye Kurdistanına) sığınırlar. Türk devleti, Arif Faris ailesinin birçok bireyini katleder, geriye kalanları sürgüne yollar. Mella İbrahim'in ailesi de aynı akıbete uğratılarak baskı, zulüm ve sürgün yaşamına terk edilir.
- Yado o dönemde Mella İbrahimi ikna ederek; "Senin çocuklarını ve ailenin diğer birimlerini dağıtmışlar. Sen en iyisi git çoluk çocuğuna sahip çık" der. Mella İbrahim gelip teslim olur. Mahkemede yargılanır ağır cezaya çarptırılır. Hapis cezasını tamamladıktan sonra sürgüne ailesinin yanına gönderilir.
- Mustafa Ayçiçek Mehmed, Ahmed, Fatma ve Mahmud Arif olmak üzere toplam 5 kardeştirler. Mustafa evin en küçüğüdür.
- Miçê, ilkokulu Sarayiçi İlkokulu'nda, ortaokul ve liseyi Çolig'de okur. Mustafa, ayrıca başarılı bir sporcudur. 1975 veya 76 yıllarda gençler Türkiye kayak şampiyonu olur.
- Kısacası Arif Faris ve kardeşleri Şehid olurken, aileleri sürgüne yollanır. Aileden kaybolan çocuklar ve trajediler anlatmakla bitmez. Öyküsünü yazdığım Şeyh Said hareketinin kayıp kızı Sinexan da bu ailedendir.
Mustafa Ayçiçek’in Mücadeleye Katılması
- Ağabeyi Mahmut Ayçiçek'e atfen aktarıyorum;
Yıl 1979 ülkedeki siyasal ortamdan uzaklaşarak Almanya'da okumak için karar aldım. Kardeşim MIÇE beni yolcularken, kendisine dedimki; "Ben Almanya'ya okumak için gidiyorum. Orada zemini hazırlayıp, en kısa sürede seni de getiririm.
- Miçê’nin bana verdiği cevap beni hem üzdü, hem de oldukça duygulandırdı; "Kurdistan çok güzel ama sahipsiz, ben dedemizin yarıda bıraktığı işi yapacağım."
- Miçê'nin bu sözü adeta hafızama kazınmış.
***
- Mıçe, 1970'li yılların ortalarından itibaren Kurdistan'da gelişen anti-sömürgeci Kürd hareketlerinin ideolojik-inşa sürecinde o dönem kendini UKO'cular olarak adlandıran PKK hareketi içinde yer aldı. Miçê'nin bu harekete yakınlaşmasındaki temel etken ailenin direnişçi geleneğinde yatar. Miçê'nin harekete aktif ve organik katılmasını sağlayan kişi de dayısının oğlu Kürd şehidi Abdullah Ekinci'dir.
-Abdullah Ekinci (Gözlüklü Ali), PKK hareketinin kurucu kadrolarındandır. 15 Ağustos 1984 yılında Şimdinli’de sömürgeci Türk devletine karşı sıkılan ilk Kurşun'da komutanlık düzeyinde görev yapmıştır.
- Abdullah Ekinci gibi birikimli, eğitimli ve başarılı bir komutan şehadetinden sonra PKK hareketi içinde fazla anılmadı. Adeta unutturulmaya çalışıldı. Şehadeti hakkında da farklı saptırmaca ve spekülâtif görüşler vardır. Tabi ki bu bilgilerin doğrusu mutlaka yazılmalıdır görüşünü savunanlardanım. Bu tarihi bilgileri Kürd halkından saklamak haksızlık olur.
- Miçê'yle aynı dönemde beraberce harekete katılan Hüseyin Durmuş, Ali Rıza Demirel (Keleşkof Rıza) Çolig Lisesi'nden kendisinin en yakın, samimi arkadaşlarıydı. Bu üçlü diyebilirim ki Çolig Lisesi'nde ön planda yer alıyor ve tüm aktivitelerde kendi ağırlıklarını his ettiriyorlardı.
- Çolig'in yürekli bu üç genci de şehadet mertebesine ulaştılar
- Miçê 12 Eylül 1980 darbesinden yaklaşık bir ay sonra o dönem Çolig'den çıkan ilk gerilla gurubu içinde yer alır. O dönemde ilk silahlı gruplara katılanlar arasında Çolig ve çevresinden hem sayıca epey fazla, hem de çok nitelikli kadrolar vardı.
- Hidayet Bozyiğit, Zeki Palabıyık, Mustafa Ayçiçek, Ali Rıza Demirel, Hüseyin Aydoğmuş (Hoca), Zeki Yıldız, daha onlarcasını sayabilirim.
***
- Mıçê, partizan savaşına katıldıktan ve Çolig çevresinde kısa bir gerilla mücadelesi verdikten sonra ertesi yıl bir grupla, Lübnan'a o dönemde Bekaa vadisindeki Halve kampına gider.
- Bu kampın daha sonra ismi değiştirilerek Mahsun Korkmaz Akademisi olur. Miçê bu kampta hem siyasi hem de askeri eğitim alır.
- Miçê'nin o döneme kampa gidişini yakın arkadaşı Çolig'li (Yeniköy-Çılkanili) hemşehrimiz Zeki Dağ'a atfen aktarmak istiyorum.
- 1981 yılının 27 Kasım'ını, yani PKK'nin kuruluş yıldönümünü Mahsun Korkmaz Akademisi'nde halaylar, govendlerle kutluyorduk. O dönemde kampta Çolig'den bir tek ben vardım. Arkadaşlar Çoligin folkloründen govende beni başa aldılar. Benden govendi öğrenmeye çalışıyorlardı. Ben de hiç his ettirmeden oynuyordum, çünkü yarım yamalak bu oyunu biliyordum. Arkadaşlarımsa sanki govendi çok iyi biliyormuşum gibi beni artık folklorcü olarak kabul ettiler!
- Oyunu oynarken o gün kampa yeni gelen misafirlerden iki kişi yanıma yaklaştı. Bunlardan biri Kırdki bana dedi ki; "Umbaz, umbaz o qıdeg tı key keni, sey tu niya!" (Arkadaş arkadaş govend oyunu senin oynadığın gibi değildir) dedi.
- Ben anladım ki bu arkadaşlar Çoligli hemşerilerimdir. Bu arkadaşlardan biri Hidayet Bozyiğit, diğeri Mustafa Ayçiçek’ti.
- Beni ikaz eden kişi Mustafa Ayçiçek'ti. Mustafa, govendin başına geçip, Çolig'in bu oyununu ustaca oynadı. Miçê bu oyunu oynarken amcası sayılan merhum ALİ FARIS ve akrabası ve hemşerisi sayılan İsmail’i Musi hiç aratmadı. Kamptaki arkadaşlar Miçê'nin oynadığı oyunu imrenerek seyrettiler.
- Miçê ile 1982 yılındaki İsrail-Filistin arasında yaşanan savaşa beraber katıldım. Ben o dönemde Lübnan/Nebatiye'de yani tam İsrail sınırındaki cephedeydim. Mıçê de o dönemlerde Beyrut çevresindeki grup içinde savaşa katılmıştı. Miçê bu savaştı yaralanır.
- 1982 yılının sonlarında ülkeye dönüş yaparak Amed eyaletine gelir. O dönemde eyaletin sorumlu komutanı Hidayet Bozyiğit’tir.
- Zeki Dağ devamla bizim gurupta ülkeye dönüş yaparken SASON civarında bizi teslim alıp, Darêhêni KO SPI (Akdağ) alanına geçişimizi MIÇE ve gurubu yapmıştır.
"Miçê, yo merdim erciyayiyo, ço gera zaf hol bınusnu, yo kemasiye gera ço niverd." (Miçê yazılmaya ve anlatmaya değer bir direnişçidir, onu güzel yazmak ve eksiklik bırakmamak gerekir."
Mustafa Ayçiçek’in Şehadeti
- Miçê, 1983 yılında Ahmet İbin ve Baki Kan yoldaşlarıyla birlikte Sason bölgesinde parti çalışmalarını ilk başlatan gurubu oluşturur. Yıl sonunda Sason bölgesindeki faaliyetlerini tamlayarak, Çolig'li hemşerisi İmam Hüseyin Bilgin'le beraber geçmişte kendi doğup büyüdükleri bölge olan Çolig bölgesine gelirler.
- Miçê, Şeyh Said hareketinin isyan bölgesinin merkezi ve şeytan üçgeni olarak da anılan Palu, Darehêni, Hêni bölgesini 60 yıl sonra da olsa yeniden direniş bölgesi haline getirmeye çalışır.
- Bu bölgedeki faaliyetlerden ve birlikte çatışmalara katıldığı tüm guruplardan sorumlu komutandı.
- Miçê'nin yıllarca beraber mücadele yürüttüğü dava arkadaşı ve eyalet komutanı olan Hidayet Bozyiğit 1985 yılında örgüt içi sorunlarından dolayı gelip, teslim olur.
- Türk devleti Hidayet Bozyiğit'i bölgede uzun süre gerillaya karşı kullanır. Miçê, Hidayet'in bölgeyi iyi bilmesi nedeniyle etkili olabilecek tüm ihbar, sabotaj, sair engelleyici çabalarını boşa çıkarır.
- 5 Nisan 1987'de Eğil/Rutan köyü direnişinde sorumlusu olduğu gruptaki arkadaşlarından Zülfü Yıldız (Hesinger) ve Suat Uğur (Diyar) yoldaşlarıyla birlikte işbirlikçi ve hain çetelerin ihbarları sonucunda pusuya düşürülür, saatlerce süren çatışmalarda hava ve karadan bombalanmaya karşı kahramanca direnerek şehadete ulaşırlar.
- Miçê'nin annesi Emine Hanım, devletin zoruyla Çolig merkezden İstanbul'a sürgüne gönderilir. Çok iyi hatırlıyorum, Afatlar mahallesinde gerek Hayri Durmuş gerekse Miçê’nin evleri önünde devlet adeta karargah kurmuştu. Her iki ev de aynı mahallede birbirine tahminen 400-500 metre mesafedeydiler. Bu iki aile mücadelenin başladığı dönemlerde devletin ÇOLİG'de en çok baskı uyguladığı ve kontrol altında tutmaya çalıştığı ailelerdi.
- Miçê'nin annesinin Şeyh Said hareketinin sürgün ve çilekeş bir annesi olarak yaşadıkları bir ilk değildi. Seydayê Cigerxwin'in dediği gibi;
“Em ji rê dernakevin çendan bibênin zilm û zor
Lewleb û çerxa cîhanê, geh li jêrîn geh li jor”
“Ne kadar zulüm görsek de bu yoldan çıkmayız. Dünyanın çarkı ve çıkrığıdır bu; bazen yukarıda olunur, bazen aşağıda..”
Miçê’nin ailesi onun direnişçi ruhuyla, cesaretiyle ve mütevaziliğiyle her ortamda onur, bir o kadar da gurur duyardı.
***
Miçê’nin, annesi Emine Hanım'la Qarvêliyon köyünde bir defasında görüşür. Bu görüşmeden sonra Mahmud’a şunları söyler:
- Hareketimiz belki yakında Çolig ve çevresinde önemli eylemler için karar verebilir. Bu durumda çok iyi biliyorum devlet ailemize yönelir. Biliyorsun annemiz gelip, beni gördü. Devlet onun yaşına ve başına bakmaz.
-Hemen annemizi de alıp, evinizi bu memleketten taşıyın. Anamız sana emanet kıymetini bil, çünkü benimle görüştüğünde asla gel teslim ol demedi ve beni üzmedi.
- Ama, ana yüreği gözleri konuşuyordu. Sanki bana ne yaparsan yap , yiğitçe yap insanlara zarar verme, kıymet ver ki kıymetin bilinsin, dedi. Beni öptü ve ağlamadı. Sonradan duydum ki köyde yalızken ağlamış.
- Miçê'nin şehadet haberini annesi İstanbul'da televizyon haberinde gösterilen fotoğraflardan tınır ve böylece öğrenir. Televizyon, Eğil'de şehid edilen Miçê ve arkadaşlarının cesetlerini gösterir. Annesi televizyonu seyrederken yerde yatan cesetlerden birinin saç rengi, kafa yapısı, boy ve fiziğinden hemen oğlunun olduğunu anlar ve onu tanıdığını şu sözlerle ifade eder;
"Aha ! wulla inunra yo munen Mıç, wêkilalla şiyêr ça o qum derg Mıç mawa!" der.
"Aha, vallahi bunlardan biri Mıçe'ye benziyor. Vekil Allah nereye gitse o uzun boylu Miçê’nin ta kendisidir."
- Bu söz üzerine ailece harekete geçerek İstanbul'dan Çolige yola çıktık. Annem, dayım Feyzullah Ekinci, Şeref Aydar, Ali Karaaslan ve Talip Yıldırım'la Diyarbekir'e hareket ederler. Morgdaki cesetleri önce dayıma, daha sonra da anneme gösterirler. Annem Miçê'sini hemen tanır.
Mahmut Ayçiçek'e atfen, ceset teşhisi esnasında annesi ile görevli subayla arasında şu konuşmanın geçtiğini aktarmak istiyorum.
- Morga girdiğimde üç ceset vardı. Cesetlerden ikisi bitişikti, birini yarım metre ayrı tutmuşlardı. Komutana o ayrı olan ceset benim oğlumdur, dedim. Komutan bana dönerek öyle bir şey dedi ki; "Teyze, senin oğlun bizim düşmanımız, o bizi biz de onu vurduk. Teyze sen oğlunla gurur duyabilirsin çok yiğit bir düşmandı. Ona saygı duyduğum için onun cesedini ayırdım ki ailesi cesedi teslim almaya geldiğinde unutmayıp hatırlatayım istedim!"
- Cenaze Çolig'e getirilerek polis ve askerlerin ablukasıyla Kürd şehitliğine defnedilir. Mezarı, Kürdlük vadisinde şehadet şerbeti içen yoldaşları M. Hayri Durmuş ve kardeşleri, Zeki Adsız, Ahmet Aytimur ve ismini saymadığım onlarca arkadaşının yanı başında sonsuzluğa uğurlanır.
***
Miçê'nin şehadetiyle ilgili bir anekdot
Bu anekdotu ismini vermeyeceğim çok yakın bir arkadaşım yıllar önce bana anlatmıştı.
Miçê gerillacılık yaparken o dönemde Çolig'in ALINCIK/Düğernan köyüne sürekli uğrayıp, babasının yakın dostu, bir dönem de Çolig mebusu olan Abdullah Bazencir'i defalarca köyde ziyaret eder. Ve Kürd sorununu da tartışırlar
Miçê'nin şehadeti merhum Abdullah Bazencir'i çok etkiler. Miçê defin edildiği ilk günlerde Abdullah Bazencir, Miçê'nin mezarına defalarca gidip, Kuran-ı Kerim okur. Abdullah Bazencir, Onu oturduğu her ortamda öve öve anlatıp, bitiremezdi.
- Miçê ile ilgili ağabeyi Mahmut Arif'in "Yo müfreze Çend esker" (Bir müfreze birkaç asker.) başlığını taşıyan Kırdki (zazaca) şiirinden kısa bir dörtlüğü size aktarmak istiyorum.
Mıst Faris numme mıno,
Pe numme miz Ayçiçek,
Tum gena cumyerdira,
Wa, ina bızun felek,
Mustafa Faris(büyük dedesinin adı) benim adımdır.
Soyadım da Ayçiçektir.
Yiğitlikten haz alırım,
Felek öyle bilsin beni,
- Mahmut Ayçiçek, annesine atfen Miçê şehid edildikten sonra annem her ibadet sonrası yönünü sürekli olarak Çolig'in o asi dağlarına çevirerek sitem ederdi.
- Annem, oğlu için kırdki (zazaki) bazen saatlerce ağıt yakardı. Tabiiki bu ağıtında oğluna olan şefkatini ve korumacı hissiyatını yansıtırdı.
Çolig'in dağlarına yönünü çeviren annemin hafızamda kalan kısa bir cümlesinin benim üzerimde hala etkisi olduğu için aktarmak istiyorum.
Tı vergun, heşun nımnena,
Tı pılıng mıra tersena,
Be wahari teresiya,
Hero kuyo ın bebextiya
Sen Kurt ve Ayı'ları "saklayarak" koruyorsun,
Sen benim kaplanımdan "Yiğit" korkuyorsun,
Sahip çıkmamak korkaklıktır,
Hey, dağ yaptığın bahtsızlıktır
Sonuç
- Miçê'nin kaderiyle Yado'nun kaderi birçok alanda kesişiyor. İkisi de yaşama bakış ve taşıdıkları mücadeleci ruhla Kurdistan dağlarının doruklarında seyreden kartalların sembolü olmayı hak etmiş iki kahramandı.
- Efsanevi iki kürd komutanı da şairin dediği gibi "kavgayla var olmuş, kavgayla toprağa düşmüş" yürekli iki çıkışın tezahürüydü.
- Kurdistan dağlarının doruklarında kanat çırpan bu iki kartalın dağdan dağa, vadiden vadiye, büyük uçurumlarından geçtikleri her yer onların şahididir.
- Mıçe, Yado'nun bırakmış olduğu mirasın yakın dönem temsilcisidir. Bu iki kahramanın Çolig'de başlayan yaşam serüvenleri, Kurdistan dağlarında doruğa ulaşan direniş ve kavgaları, işbirlikçi çete ve hainlerin korkulu rüyası olur.
Bin -xete "Suriye Kurdistan-Lübnan" siyasi ve örgütsel gidişleri, bu iki efsane komutanın yaşam trajedilerinin kısa bir özetidir.
- İsyan topraklarının çiceği Miçê'nin ruhu şad olsun!
Yadîn ve Sehdîn Telha'nın Lübnan"da Xoybûn dönemindeki resimleri
______________________________
Sêyîdxan Kurij: Efsane bir direnişçi Portresi; YADO
ELAZIĞ - PALU CEPHESİ KOMUTANI: YADO
Giriş
1900'lerin başında ulus tanımı üzerine yapılan tartışmalarda önemli taraflardan biri olan Yahudi kökenli yazar Otto Bauer, ulus kolektif hafızadır, demişti. Elbette ki bu tanım tek başına ulusu tanımlamak için yeterli değildir, fakat önemli bir belirleme olduğuna katılıyorum.
Ulusların kolektif bir hafızaya sahip oldukları doğrudur. Her ulusun fertlerinin birlikte acı duydukları, tasalandıkları ve birlikte sevindikleri hafızalarında yer edindikleri tarihi olaylar vardır. Bir topluluğun ulus sayılabilmesinde bu ortak ruhsal durumun çok önemli bir yeri vardır. Kürtler halkı için bu tur olaylar son derece önemlidir. Örneğin 1925 halk hareketi, Ağrı hareketi, Dersim hareketi, Mahabat Kürt Cumhuriyeti bu tür olaylardandırlar. Bu olaylar gündeme geldiğinde yüreği burkulmayan Kürt hemen hemen yok gibidir. Bu ruhsal durum insanların ideolojik tercihlerinden bağımsızdır. İşte kolektif hafıza denen şey bu olsa gerek.
Kürdistan’nın diğer parçaları üzerine bu konuda fazla bir şey söyleyebilecek durumda değilim. Ancak devletin ideolojik aygıtlarının ve türk sol hareketinin de ideolojik hakimiyetinden dolayı kuzeydeki Kürt Hareketi bu tarihi hafıza konusunda oldukça zayıf bir konumda idi. 1980 cuntasından sonra önemli bir sayıdaki Kürt siyasi kadrosunun ve aydınının önce ortadoğuya, oradan da Avrupaya gitmesi Kürt aydınlanma hareketinde yeni bir süreci başlattı. Ortadoğuya ve özelikle Suriye’ye giden Kürt aydınları burada birinci kuşak Kürt milliyetçisi olan (Buradaki milliyetçi kavramı Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele edenler için kullanılıyor) ve 20. yüzyıldaki bütün Kürdistan’ın özgürlüğü hareketinde aktif yer almış Kürtlerin (Bedirxaniler, Cemipaşazadeler, Memduh Selim, Nuri Dersimi vs) izlerine rastladılar. Bu aydın- araştırmacılar Avrupa da çalışmalarını sürdürdüler. Bu çalışmaların sonucu 1990’lı yıllardan sonra yakın dönem Kürdistan tarihi ve Kürt hareketleri konusunda oldukça ciddi çalışmalar yayınlandı. Bu yayınların sonucu birçok Türk araştırmacı da 20. yüzyıldaki Kürt hareketleri konusunda objektif değerlendirmeler yapmak zorunda kaldı. Deyim yerinde ise devlet bu alanda yenildi. Artık devletin resmi sözcüleri dahi Kürt hareketleri hakkında temkinli konuşmak zorunda kaldılar.
Fakat ne yazık ki son yıllarda içinde kürt aktörlerin de yer aldığı bir program ile tekrar 20. yüzyıldaki Kürt hareketlerine saldırılmaya başlandı. Tekrar Cumhuriyetin ve Kemalizmin kutsandığı, Kürt hareketlerinin ilerici cumhuriyete karşı gerici hareketler, cumhuriyete henüz alışmamış ve eski rejimi arayanların hareketleri olarak niteleyen 80 yıllık devletin tezleri piyasaya
sürülüyor. Bu program ile Kürt ulusunun kolektif hafızasına saldırılıyor, Kürtlerin beyni esir alınıp tarih bilinci yok edilmek isteniyor. Elbet bu program karşısında Kürt araştırmacıların yapmaları gerekenler vardır.
Biz burada uzun uzadıya Kürdistan tarihini anlatmak istemiyoruz. Kürdistan tarihi bugüne kadar daha çok kronolojik olarak yazıldı. Ne yazık ki Kürtlerden yetkin, bilimsel formasyona sahip tarih felsefecileri yetişmedi. Bu alan henüz bakirdir ve uzmanlarını bekliyor. Bu konuda birkaç şey söyleyip asıl konuma geçmek istiyorum.
Bilindiği gibi, 15. yüzyılda İdris Bitlisi'nin arabuluculuğu ile Kürt Mirleri ve Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim arasında bir antlaşma yapıldı. Kürt hareketi son döneme kadar bundan dolayı İdris Bitlisi'yi hain olarak niteliyordu. Ancak son yıllarda bu anlayışta bazı değişiklikler olduğu gözleniyor. Kanımca İdris Bitlisi'yi hain olarak değerlendirmek olaya fazlaca kaba yaklaşmanın bir sonucudur. Olguları kendi somut tarihsel koşulları içinde değerlendirmeyip, bugün bulunduğumuz yerden ele alınca bütün yönleri ile kavramak mümkün olamaz. Sözünü ettiğimiz bu antlaşmadan sonra Kürdistan Mirleri otonom bir statüye kavuştular ve bu durum 18. yüzyıla kadar sürdü. Avrupa´da Buharlı makinanın icadı ile sanayileşme dönemi başladı. Sanayi ve ticaretin gelişimi ile burjuvazi denen yeni bir sınıf ortaya çıktı. Bu sınıf feodallerin ayrıcalıklarına son vermek, serbest dolaşım, serbest ticaret, kölelerin özgürleşmesi gibi, vatandaşların kanun önünde eşitliği ve daha başka şiarları ile halkı da arkasına alarak tarihe Fransız devrimi olarak geçen o büyük kalkışmayı gerçekleştirdi. Böylece eşitlik, özgürlük ve kardeşlik şiarları Fransa'dan bütün dünyaya yayıldı. Ayrıca ve en önemlisi de bu sınıf feodal bölünmüşlüğü gelişmesinin örneğinde bir engel olarak gördüğü için bu bölünmüşlüğü ortadan kaldıracak merkezi devletler (Ulus-Devlet) kurdu. Avrupa'daki Ulus-Devletlerin çoğu bir prensin diğer prensliklere boyun eğdirerek kendi boyunduruğu etrafında birleştirmesi ile kuruldular.
Osmanlı İmparatorluğu bu gelişmeye ayak uyduramadı. Uluslaşma projesinin etkisi ile Osmanlının boyunduruğunda olan birçok Balkan halkı (Yunanlılar, Bulgarlar) ve Araplar İmparatorluğa baş kaldırıp kendi devletlerini kurdular. Osmanlı devleti bir taraftan toprak kaybının getirdiği korku diğer taraftan merkezileşme ihtiyacı duyması ve Avrupa da başlayan sanayileşmeye ayak uydurabilmesi için ihtiyacı olan sermayeyi sağlamak nedeni ile Kürdistan Mirlerinin otonom yapılarını ortadan kaldırmaya ve Kürdistan'ı direkt kontrol etme politikalarına yöneldi. Babıali hem Kürdistan'dan topladığı vergiyi (haracı) artırdı hem de Kürtlerden Osmanlı ordusuna daha fazla asker vermeleri talebinde bulunmaya başladı.
Dünyada esen Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik şiarlarından ve de uluslaşma projesinden Kürtlerin etkilenmemsi mümkün değildi. Bir taraftan Osmanlı'nın baskısı, diğer taraftan uluslaşma projesinin etkisi ile Kürt Mirleri de Avrupa'daki prensler gibi kendi devletlerini kurma girişiminde bulundular. Kürdologlar ilk Kürt Ulusal hareketi olarak 1906 yılındaki Abdurrahman Paşa kalkışmasına işaret ediyorlar. Bu hareket bir Mir'in önderliğindedir. Mirlerin önderliğindeki en son Kürt ulusal hareketi Cizira Botan Miri Bedirxan Paşa önderliğindeki harekettir. Bilindiği gibi Bedirxan Paşa diğer aşiretler ve diğer Mirler ile ittifak kurup kendi önderliğinde bir Kürt devleti kurmak amacı ile harekete geçiyor. Batılı devletlerin de yardımı ile Osmanlı İmparatorluğu bu hareketi eziyor. Osmanlı ordusunun danışmanı Alman general Moltke hareketi ve bastırılmasından sonra Osmanlı ordusunun yaptığı katliamı mektuplarında detaylı olarak anlatıyor. Bedirxan Paşa yenilgiden sonra sırası ile İstanbul, Girit ve Şam'da zorunlu ikamete tabi tutuldu. Bu yenilgi ile birlikte Kürdistan'da Mir'lerin hakimiyeti son buldu.
Bundan sonraki ulusal hareketlerde belli bir süre önder olarak şeyhleri görüyoruz. Kürdistan'da Mir'lerden boşalan otorite boşluğunu Osmanlı devletinin memurlarından çok şeyhler dolduruyorlar. Şeyhler Mir'lere nazaran daha avantajlıdırlar. Mirlerin otoriteleri beli bir coğrafik alan ile sınırlı idi, oysa şeyhler aşiretler üstü bir kuvvet olarak daha geniş bir alanda otorite sahibi olabiliyordular. Şeyhler Kürdistan' ı sürekli dolaştıkları için daha iyi tanıyorlar ve halk ile daha sık ilişkiler kurabiliyorlar. Bu dönemdeki şeyhler ve aşiret önderleri arasındaki ilişkiler ayrı bir yazının konusu olabilir. Tarikatların ve özelikle Nakşibendi tarikatının Kürdistan'da çok yaygın bir etkinliğe sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Zaten Nakşibendi tarikatının kurucusu da Mevlana Halidi Kurdi(Bagdadi) isimli bir Kürttür. Şeyhlerin önderliğindeki ilk ulusal hareket Şeyh Ubedullahi Nehri önderliğindeki kalkışmadır. Bu hareket ile Kürtler ilk defa Kürdistan'ın iki parçasında ve iki düşman devlete karşı direniyorlar. Şeyh Ubeydulah o zaman İngilizlere gönderdiği bir mektup da hem millet tarifi yapıyor, hem de Kürt milletinin istemlerini dile getiriyor. Burada dikkat çekici olan Ubeydulah`ın o zaman sosyolog Durkheim`ın millet tarifine benzer bir millet tarifi yapmasıdır. Şeyh Ubeydulah`ın önderliğindeki hareketin yenilgisinden sonra Kürdistan`da yeni bir dönem başlıyor.
Daha sonraki dönemde Abdulhamit ince bir politika ile İstanbul' da aşiret mektepleri açıyor ve feodallerin çocuklarını bu okullarda topluyor. Abdulhamit' in bu politika ile istediği sonuca tam olarak ulaştığı söylenemez. Çünkü bu okullarda okuyan birçok Kürt dünyada esen uluslaşma rüzgârının etkisi ile Kürt ulusalcısı olarak karşımıza çıkıyor. İkinci Meşrutiyetten sonraki özgürlük ortamından yararlanarak Kürt dernekleri kuranların, Kürt gazete ve dergileri çıkaranların çoğu bu çocuklar arasından çıkıyor. Artık Kürt toplumunda önce İstanbul'da olmak üzere yavaş yavaş örgütlü mücadele dönemi başlıyor. İlk örgütler İstanbul'da kuruluyorlar ve Kürt ismi ile faaliyetlerini yürütüyorlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta henüz Kürdistan adının kullanılmıyor olmasıdır. Kürdistan adı ancak 1918'den sonra kurulan örgütlerde kullanılmaya başlıyor, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi.
1918'den sonra Kürt hareketinde Örgüt önderliği dönemi başlıyor. Bu genellemenin dışında kalan olaylar vardır elbette (Şeyh Mehmud Berzenci ve Simko hareketi gibi). Her ne kadar Koçgiri halk hareketi direkt bir örgütün önderliğinde olmasa da, hareketin önderlerinden Haydar Beyin ve harekette önemli bir rolü olan Veteriner Dr. Nuri Dersimi'nin Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri olduğu biliniyor.
1925 Hareketi
Şimdi asıl konumuz olan 1925 Halk Hareketine gelelim. Cumhuriyetin
kuruluşundan sonra Kürtler kurulan devletin bir ulus-devlet olduğunu gördüler. Bu devlette Kürtlerin hiç bir statüleri yoktu. Adından anlaşılacağı gibi, kurulan cumhuriyetin bir Türk Cumhuriyeti olduğu açıkça deklere ediliyordu ve Kürtler hiç bir şekilde bir ulus olarak kabul edilmiyordu. Bunun üzerine 1918-1922 arasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarını destekleyen Kürtler de dahil, Kürtler arasında yeni arayışlar başlıyor. Bunun sonucu olarak Erzurum'da Kürdistan İstiklal Komitesi (AZADÎ) isminde bir örgüt kuruluyor. Örgütün başkanlığına
Miralay Halit Cibril getiriliyor. Ayrıca Örgütün kurucuları arasında Bitlis milletvekili Yusuf Ziya, Yüzbaşı İhsan Nuri, yine bir subay olan Yusuf Ziya'nın kardeşi ve başka Kürt subayları ve bazı aşiret önderleri bulunuyorlar. Örgüt yöneticileri bölgede önemli bir nüfuza sahip olan Şeyh Seid ile konuşuyorlar ve onu da örgüte üye olmaya ikna ediyorlar. Şeyh Seid bir Nakşibendi Şeyhi olarak bölgede önemli bir etkinliğe sahiptir. Onun aynı zamanda ruhani bir kişilik olarak aşiretler arasında uzlaşmacı bir rol oynayacağı da düşünülüyor. Ayrıca Şeyh Seid bir tüccar olarak Halep ve Güney Kürdistan ile de sürekli bir ilişki içindedir. Bu yönüyle Kürdistan'ın diğer parçaları ile de ilişkisi olan biridir. Şeyh Seid oğlu Ali Rıza ile birlikte AZADÎ'de aktif bir rol alıyorlar. AZADÎ Kürdistan'da kurulan bir örgüttür. AZADÎ'nin Kurucuları arasında İstanbul'da kümelenmiş Kürt entelektüelleri görülmüyorlar. Bunun birçok nedeni var şüphesiz. En önemli nedenlerden biri cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte birçok Kürt entelektüelinin Türkiye'yi terk etmek zorunda
kalmasıdır. Özelikle Bedirxaniler, Cemilpaşazadeler ve Kürdistan Teali Cemiyeti'nin diğer birçok yöneticisi daha başından Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oyunlarının farkındalar fakat ne yazık ki Kürdistan'da ayrı bir hareket örgütleyemiyorlar. Tabi ki Kemal ekibi kazanınca da ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlar. Şeyh Seid'in oğlu Ali Rıza İstanbul'a gidip bazı görüşmelerde bulunuyor. Hatta yenilgiden sonra kurulan Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nde Şeyh Abdulkadir ve arkadaşları bu görüşmeler bahane edilerek idam ediliyorlar. Zinar Silopi (Kadri Cemilpaşa)'nın "Doza Kurdistan" isimli kitabında verdiği bilgiye göre daha sonra Zinar Silopi "AZADÎ" örgütünün Diyarbakır sorumluluğunu üstleniyor. Ayrıca Çermikli Doktor Fuat'ın da Şeyh Seid ile yakın ilişkileri bulunuyor.
Bilindiği gibi "AZADÎ" örgütünün yöneticileri Miralay Halit Cibril ve Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya tutuklanınca, devlet yetkilileri Şeyh Seid'i de ifade için çağırıyorlar. Fakat Şeyh Seid ifade vermeye gitmiyor, aksine Kürdistan'ı dolaşmaya çıkıyor. Şeyh Seid'ın ilk uğradığı yerlerden biri Cebaxçor’dur. O Cebaxçor’da meşhur aydın ve AZADÎ üyesi Tayip Ali, Şeyh Şerif, Yado (Yadin Mehmud Ebas), Şeyh Evdilay Melekun, Çan Seyhleri ve bölgenin ileri gelenleri ile görüşüyor, oradan Dara Heni'ye, oradan da Piran'a geçiyor.
"AZADÎ" örgütünün Cebaxçor sorumlusu Tezyip Ali'dir. Tayyip Ali daha önce İstanbul`da okumuş ve öğrenciliği esnasında 1912’de kurulan Hevi Kürt talebe cemiyetine üye olmuştur. Yani Tayip Ali İstanbul`da Kürt hareketi ile tanışmıştır ve hareket içinde faaliyet yürütmüştür. Şeyh Seid Cebaxçor`a geldiğinde Tayip Ali "Fahran" nahiye müdürlüğü görevinde idi.
O dönemde Cebaxçor idari olarak Bitlis vilayeti Genç sancağına bağlı bir kazaydı. Bu kazanın merkezinin adı Çolig idi. Tayip Ali buranın yerli ailelerinden Mutevelizadeler (Key Mutêliyûn) idi. Ayrıca bu aileden İsmail Hakkı da Kürt hareketi içinde aktif idi.
Tayip Ali daha önce Erzurum ile Amed arasında AZADÎ komiteleri arasında koordinasyonu sağlıyordu.
Piran'da 1925 yılının Şubat ayında Şeyh Seid’in kardeşi Abdurrahman'ın evinde Türk Jandarmalarının çıkardıkları bir provakasyon ile tarihe 1925 Kürt ulusal hareketi olarak geçen
hareket başlıyor.
Yado hakkında yapılmış çalışmalar:
Bu yazının amacı 1925 Kürt halk hareketini yazmak değildir. Amacımız 1925 Kürt halk hareketinde önemli bir rol almış Elazığ cephesi askeri sorumlusu YADO'yu anlatmaktır. 1925 Kürt Halk Direnişin de çök önemli bir rol almış, Elazığ bölgesinin askeri sorumluluğunu yapmış Halk kahramanı YADO üzerine çok az şey biliniyor. Yado`yu anlatan ilk yazılı eser Mir Kamuran Bedirxan'nın 1937 yılında Almanca yayınladığı “der Adler des Kurdistans - Kurdistan' nın Kartalı" adlı romanıdır. Mir Kamuran Bedirxan Yado ile Suriye’de Hoybun örgütünün kuruluşu esnasında kısa bir sürede olsa görüşmüş idi. Zira Yado ve Bedirxan kardeşlerin birlikte çekilmiş fotoğrafları mevcuttur. Ancak Kamuran Bedirxan`ın anlattığı roman kahramanı bire bir Yado`ya deng gelmiyor. Yazar romana kendi fantazilerini serpiştirmiş. Çünkü bu romanda Kamuran Bedirxan kahramanına 1930’da Hoybûn`un önderliğinde sürdürülen Ağrı direnişinde de önemli bir yer veriyor. Oysa o tarihte Yado’nun Ağrı direnişinde yer almadığını, alamadığını biliyoruz. Yine Veteriner Dr. Nurî Dêrsimi de “Kurdistan tarihinde Dêrsim” adlı kitabında Yado’dan bahsediyor. Ayrıca Kadri Cemil Paşa'nın Zınar Sılopi ismi ile yazdığı “Doza Kurdistan” Yado’nun bir fotoğrafına yer vermiş ve altına Yado Ağa yazılmıştır. Gerçekte Yado ağa değildir. Genel Kurmay Başkanlığının yayınladığı "Cumhuriyet döneminde Kürt İsyanları" isimli kitapta da Yado ve arkadaşlarından söz ediliyor. Yado ile ilgili diğer bazı çalışmalar ise şunlardır:
Ahmet Bulmuş “Çewlikte Yaşadılar”, Ankara, 2009
Nevin Güngör Reşan, “Navdarên Kurd”, Doz, İstanbul, 2008.
Osman Aydın, “Kürt Ulus Hareketi” , (İstanbul, Doz, 2006)
Felat Özsoy-Tahsin Eriş, “1925 Kürt Direnişi” (İstanbul, Peri, 2007).
Şevket Beysanoğlu, “Diyarbakır Tarihi” (Ankara, Neyir, 2001)
Cegerxwîn, “ Jînenîgarîyê Min”
Karerli Memed Efendî, “ Yazılmayan Tarih ve Anılarım”
Necmedîn Buyukkaya “Kalemimden Sayfalar”.
Lokman Polat Yado üzerine bir yazısi ve Têli`yi anlatan bir hikayesi.
Yasin Bayanay ve Orhan Zoxpayic`ın yazıları.
Kemal Burkay, Memo Darrêz, Mahmut Arif Ayçiçeği ve Mehmet Butakin Yado üzerine şiirleri. Vate dergisinin ikinci sayısından itibaren Yado üzerine yazılan şiir, yazı ve röportajlar.
Yine Cegerxwîn “Şehnameyê Şehîdan” adlı şiirinde Yado`yu da anıyor.
Kürt dengbejleri de Yado üzerine klamlar söylemişler bunlardan başlıcaları, Selîm Begê Cîbrîyan (1926)`ın ölümünü anlatan klam, Yado`nun yaralanması üzerine Mehbube Kaygalak`ın söylediği klam ve Ehmedê Bêrtî`nin söylediği klamdır.
Ayrıca T.C devletinin bazı belgelerinde de YADO`dan söz ediliyor. Örneğin 24.10.1928 tarihli Mardin Valisi Tefik Hadi tarafından devlet yetkililerine yazılan bir rapora göre YADO Sitewre çevresinde bir karakol basıp ele geçirdiği silahlar ile Suriye`ye geçmiştir. Yine 09.07.1929 tarihli bir belgeye göre Yado Halep`te Ekrem Cemil Paşa ile birlikte bir otelde kalıyor ve Kör Hüseyin Paşayı Küzey Kürdistan`dan (Sêr Xet) Güney Kürdistan`a ( Bin Xet) geçiriyor. Umumi Müfetişliğin bir raporuna göre ise Yado 16.09.1929`de 20 kadar arkadaşı ile Bin Xet`den gelip Diyarbakır üzerinden Palu tarafına geçiyor.
Daha önce Bingöl ve çevresindeki yaşlı insanlardan yararlanarak YADO üzerine Kirdki (Zazaca) yazdığım bir yazı "Medya Güneşi" ve "Armanc" dergilerinde yayınlanmıştı. Yine YADO'nun üvey kızı Dılşa Hanım ile yaptığım bir röportaj "HEVİ" gazetesinin 12 Nisan 1997 tarihli 21. sayısında yayınlandı. Benim röportajımdan sonra "HEVI"nin 22. sayısında Hukukçu - Yazar Osman Aydın'da YADO üzerine bir yazı kaleme aldı. Yazar ve Şair W.K.Merdimîn`ın Yado ve o Şeyh Şerîf ile ilgili yaşlı Bingöllüler ile yaptıkları bir kaç röportaj “VATE” dergisinde yayınlandılar. Yine Vate dergisinin 16.sayısının arka kapağında Yado ve Sadîyê Telhê`nin olduğu büyük ihtimal ile Suriye`de çekilmiş 4 kişilik bir resim yayınlandı.
Daha sonra 2005 yılında Almanya da yayınladığımız “Peyama Kurd gazetesinde Mehmud Arif Ayçiçek “YADO Û TELLΔ isimli bir yazı yazdı.
Dilşa Hanım Yado`nun ilk eşi Rabia Hanım`ın kızıdır. Rabia Yado ile uzun yıllar dağlarda yaşadıktan sonra şehre geliyor. Rabia Hanım daha sonra sırası ile Elazığ ve Kayseri olmak üzere 10 yıla yakın sürgünde yaşıyor. Daha sonra bir süre Dêrsim`de yaşıyor. Oğlu Çerkez Dêrsim de bir asker tarafından öldürülüyor. Sürgün cezasının sona ermesinden sonra Rabia Hanım Bingöl`e geliyor. O Bingöl`e geldikten sonra Şarge (Yolçatı) köyünden Ali Can (Eli El) ile evleniyor, daha sonra Simani (kale Önü) den Mahmut Aymaz (Mehmud Qazi) ile evleniyor. Ne zaman vefat ettiğine dair bilgi yok elimizde.
Son 10-15 yıldır bu konu üzerinde çalışıyorum. Bu süre zarfında Bingöl`ün Şarge (Yolçatı) köyünde Şeyh Şerif ve Yado kuvvetlerine katılmış Elazığ`da yakalanıp 7 yıl değişik cezaevlerinde yatmış Heci Zulfü ile 1994 de Şarge`de görüştüm ve bu görüşmeyi o zamanki “AZADΔ gazetesinde yayınlattım. Daha sonra YADO' nun üvey kızı Dilşa ve daha başka akrabaları ile, YADO' yu veya arkadaşlarını görüp konuşmuş birçok insanla görüştüm.
Hem YADO'nun eşi TELLI ile aynı köyden olmamız hem de bizim bölgenin 1925 Halk ayaklanmasından çok etkilenmesi sonucu bizim çocukluğumuz Şeyh Seid ve YADO ile ilgili kahramanlık hikayeleri dinleyerek geçti. Kişiliğimizin şekillenmesinde, yurtseverlik duygularına sahip olmamızda ve de ulusalcı bir ruha sahip olmamızda bu çocukluk döneminin anlatımları belirleyici oldu. YADO bizim için bir masal kahramanı idi. 1925 halk hareketinin ezilmesinden ve silahlı Kürt kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra, askerler bizim köyü (KUR) basıp yakıyorlar ve hile ile teslim aldıkları 33 kişiyi gerek kurşunlayarak gerekse süngüleyerek öldürüyorlar. Devlet'in estirdiği bu terör sonucu bölgede yakılıp yıkılmayan, şehid vermeyen köy hemen hemen yok gibi. Devletin yaptığı bu zulüm bizlere sürekli anlatıldı.
Yado kimdir?
Yado`nun ailesi Dara Heni (Genç) çevresinde meskûm Zıktê aşiretintendir fakat çok eskiden Bingöl'e (Çolig) gelip yerleşmişler. Yado Mehmud Ebas`ın oğludur. Bundan dolayı Yad Mehmud Ebas olarak tanınır. Yado Çolig de Zabit Katibi olarak çalışıyordu.
Yado`nun ilk eşi kendi akrabası olan Rabia’dır. İkinci eşi ise Bingöl`un “Kur” köyünün mezrası “Qeldar” köyünden Ezimşer`in kızıdır. Suriye’de iken de Sediye Telhê`nın kızı Gulşa ile evleniyor. Telli`nin iki kardeşi Huseyni ile Mehmedi de Yado ile birlikte idiler. Telli`nin ailesi bölgede “Key Ezimşer” olarak tanınır.
Birinci dünya savaşında Ruslar Karlıova ile Bingöl arasındaki Sêxiye (Çobantaşı) ve Arçuk (Alatepe) köylerine kadar geliyorlar. Şimdi oranın ismi Şeref meydanıdır. Yado 1916-17 yıllarında Şex Şerif’in alayında görev alıyor. Alayda erzak yokluğundan açlık baş gösteriyor. Bunun üzerine Yado gidip Rus askeri depolarından erzak getirmeye çalışıyor. O bu esnada Ruslara esir düşüyor, sonra nöbetçinin uyuduğu bir esnada kaçıyor.
1924 yılında Çolig de savcı ile kaymakam arasında bir problem ortaya çıkıyor. Bu esnada savcının evi soyuluyor, bu olaydan Yado sorumlu tutuluyor. Ondan dolayı o firar durumuna düşüyor. Yado firar olduğu dönemde en çok Telli`nin ailesi kendisine sahip çıkıyor. Telli`nin iki kardeşi Huseyni ve Mehmedi Yado`nun firar olduğu dönemden son çatışmaya kadar yanında kalıyorlar. Telli`nin kardeşleri Yado`nun en yiğit ve en çok güvendiği silahşörlerdendirler. Huseyni kendi köyleri olan Qeldar ve Çekan köyü arasındaki bir bölgede öldürülüyor. Mehmedi ise en son çatışma olan Mistiyan – Botiyan bölgesindeki çatışmada öldürüyor.
Yado`nun Rabia dan Fîlît, Mehmud ve Çerkez, Têlî`den ise erken yaşta ölen iki kız ve Cezayir adında bir erkek çocuğu oldu. Diğer çocuklar hakkında bir bilgi yok Çerkez (1922-1934) annesi Rabia ile birlikte Tunceli de sürgünde iken bir asker tarafından öldürülüyor. Asıl adı Cezayir olan çocuk askerden son ra Filit olarak yaşamını sürdürüyor. Bingöl belediyesinde işçi olarak çalışı şan Filit (1926-1989), emekli olduktan bir süre sonra Bingöl’ de öldü.
1925 Kürt Halk hareketinde Yado`nun rolu
15 Şubat 1925`de Şeyh Said Genç (Dara Hênî) geliyor ve Zikte`den Valêr`li Sediq Beg, Girnos`dan Selîm Axa, Dara Hênî`dan Yusuf Axa ve Kupar`dan Derwêş Axa`nın desteği ile şehri ele geçiriyor ve Dara Hêni`yi başkent ilan ediyor. Modan`lı Feqî Hesen Genç valisi olarak tayin ediliyor. Yado ve arkadaşları 16 Şubat`da Çolig (Bingöl) ün kontrolünü ele geçiriyorlar. Daha sonra Şeyh Şerif, Şeyh Hasan, Şeyh İbrahim, Şeyh Mustafa ve Yado Arif Farıs`ın evinde bir araya gelip Palu-Elazığ, Erzincan-Kığı cephelerinin organizesi konusunda kararlar alıyorlar. Şeyh İbrahim Cebağçor kaymakamı olarak atanıyor.
Yado ve Şeyh Şerif Palu – Elazığ cephesinin sorumluluğunu üstleniyorlar.
Onlar köylerden silahlı güç toplayarak Elazığ' a doğru yola çıkıyorlar. Bu cephede Sadîyê Telhe, Şeyh Şerif`in kardeşi Şeyh Husen, Far Şêm, Memiş Qas, Sarcanlı Resul Axa, Hor köyünden Şerif Şêr gibi bölgenin önemli şahsiyetleri görev alıyorlar. Kürt kuvvetleri Palu'yu ciddi bir direniş olmadan ele geçiriyorlar (21 şubat 1925). Musyanlı Derwêş Nur Palu kaymakamı olarak tayin ediliyor.
Elazığ Valisi Hilmi Bey Kürt güçlerini Fırat Suyu'nun karşı kısmına geçirmeme amacıyla Havik Köyü' ne takviye birlikleri gönderiyor. Ancak gönderilen birlikler Şeyh Şerif birlikleri karşısında direniş gösteremeyerek kısa zamanda dağılıyorlar. Dağılan tüm birliklerle irtibatı kesilen vali, 23 Şubat 1925 günü sabahı durumu öğrenmek üzere makam arabasıyla oğlunu Havik'e gönderiyor. Bir zaman sonra geri dönen haberci, türk birliklerinin Kürt direnişçileri karşısında tutunamayarak dağıldığını, Şeyh Şerif birliklerinin ise, Elaziz'e 20 km. uzaklıktaki Habusu Köyü'ne doğru ilerlemekte olduğunu bildirir. Bunun üzerine Vali, Osman Bey kumandasındaki topçu, mitralyöz ve süvari birliklerini, Hüseynik'in doğusundaki Karakaya Tepesi'nden, Kesirik Köyü'ne kadar uzanan hat üzerinden mevzilendirir. Bu birlikler gelenleri şehre sokmamaya çalışırlarsa da, çıkan çatışma sonucu mevzilerini terk ederek kaçma zorunda kalırlar. Kürt güçleri Doğu ve Güneydoğu istikametinden Elaziz'e girerken, Şeyh Şerif de kurmaylarıyla Hüseynik'e gidip Hasan Hayri Bey'in evine konuk olurlar.
Şeyh Şerif Hasan Hayri ile birlikte Dêrsim'e aşağıdaki şu kısa telgrafı çekiyorlar:
"Sukunetinizi koruyun, yakında bir heyet ile Dersim'e geleceğiz. Başarılar."
6 Mart 1925
Elazığ Cephesi Komutanı Eski Dersim Milletvekili
Şeyh Şerif Hasan Hayri
25 Şubat günü Şeyh Şerif Malatya'ya hareket hali içerisindeyken, Hüseyin Doğan desteği ile Hozatlı Albay Hıdır Emre kumandasında toplanmış iki bin Dersimlinin Direnişçilerin hareketine karşı savaşmak üzere Peri Suyu'nu geçtikleri şaiyası Şeyh Şerif`e iletiliyor. Bu haber kısa zamanda tüm şehirde yaygınlaşıyor
Bu arada Harput'un altındaki Huseynik köyündeki askeri cephane de büyük bir patlama oluyor ve bu patlama bu bölgedeki birçok insanın ölümüne neden oluyor. Bu olay hareketin önderleri arasında tartışmalara yol açıyor ve hareketin önderleri arasında çelişkiler ortaya çıkıyor. Bunun üzerine başıbozukluk başlıyor. Şeyh Şerif ve YADO maalesef bu başıbozukluğun önüne geçemiyorlar. Kâzım Paşa bu durumdan faydalanarak Malatya üzerinden Elazığ' a saldırıyor ve Elazığ'daki Kürt kuvvetlerinin Diyarbakır ile ilişkisini kesiyor. Şeyh Şerif mecburen Palu'ya doğru geri çekiliyor. Daha önce Kürtleri destekleyen Elazığ halkı Kâzım Paşa'nın kuvvetleri ile birlikte Kürtleri takibe çıkıyor. Palu ovasında Kürt Güçleri ile Kâzım Paşa güçleri arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor.
3 Nisan 1925 tarihinde Bingöl'ün yakınındaki Mendo Boğazında Kürtler ile Türk ordusunun önünü kesiyorlar. Türk Ordusunun Kuvvetleri burada çok sıkışıyorlar ve birkaç defa teslim olmak istiyorlar fakat daha sonra Şadi aşireti lideri Necip Axa (Necip Axayê Wexî) Türk ordusunun imdadına yetişiyor. Kürt güçlerinin cephanesi de azaldığından geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Şeyh Şerif 8 Nisan 1925'de Bingöl çevresinde bazı işbirlikçilerin yardımı ile Bingöl`ün Metan köyünde Türk Güçleri tarafından yakalanıyor. Şeyh Seid ve arkadaşları da yüzbaşı Kasım'ın ihaneti sonucu Varto yakınlarında yakalanınca artık Kürdistan da şiddetli bir devlet terörü başlıyor. Onbinlerce Kürt öldürülüyor köyler yakılıp yıkılıyorlar. Ülke bir viraneye çevriliyor. Fakat diğer taraftan da Kürtlerin direnişi sürüyor.
Yado’nun sürdürdüğü partizan savaşı
İşte bu direnişin en önemli önderlerinden biri Elazığ Cephesi askeri sorumlusu YADO (Yadin Mehmud Ebas)' tır.
1925 Halk hareketi Diyarbakır’daki idamlardan sonra bıçakla kesilir gibi kesilmiyor aksine hareket uzun bir süre partizan savaşı biçiminde sürüyor. YADO Mendo boğazındaki geri çekilişten sonra arkadasları ile dağlara çekiliyor. Bölgede partizan savaşı sürdüren başlıca guruplar şunlardir:
Yado gurubu, Heseni Beg’un gurubu, Şêx Hüsen gurubu, Sehdin Telhê, Botiyanli Umeri Faro gurubu ve Şeyh Tahar gurubu. Bu bir süre Bingöl-Karakoçan-Palu bölgelerin de kalıyorlar.
Yukarda belirttiğimiz gibi devlet güçleri nasılsa direniş kırıldı, bütün engeller ortadan kalktı diye geçtikleri her yeri yakıp yıkıyorlar. Bütün direnişlerden sonra olduğu gibi bu defa da devlet direnişçilerin aile ve çocuklarıyla yakın akrabalarını sürgüne yollamaya başlıyor. Başta direnişe katılan Çan Şeyhleri’nin aileleri olmak üzere, Bingöl ve çevresinde direnişi sürdürenlerin aile ve akrabaları bir yerde toplatılıyorlar. Yado ve diğer guruplar derhal harekete geçerek Fahran nahiyesinde bu aileleri kurtarmak için devlet güçlerine saldırıyorlar. Yado bu çatışmada yaralanıyor ve Akrak`dan Ömer Zek vuruluyor.
Aileleri toplamanın bir amacı da dağdaki direnişçilerin gelip teslim olmalarını sağlamaktır. Bu tedbirler yetmeyince devlet halkın içinden satın aldıkları bazı kişileri, direnişçilere karşı kullanıyor. Bu işbirlikçilerin içinde eskiden direnişçiler ile beraber olan bazı Kürtler de var. Halk arasında bu işbirlikçilere „Cete huqmat“ veya “Milis” deniyor. Bu yapı Hamidiye Alayları döneminden kalma devletin Kürdü kürde vurdurma politikasının bir devamıdır. Aynı politika bugün köy koruculuğu biçiminde devam ediyor. Bu çeteler yerli oldukları ve araziyi iyi bildikleri, ayrıca da bir kısmı daha önce direnişin içinde yer aldıkları için Kürd direnişçilerine çok büyük zararlar veriyorlar.
Başta Yado`nun gurubu olmak üzere Şeyh Hüsen ve Heseni Begun gurupları Mendo, Kirron ve Xezik çatışmalarında ortak hareket etmelerinden dolayı Türk ordusuna büyük kayıplar verdiriyorlar.
Dışla Hanımın annesinden aktardığına göre Yado ve bazı arkadaşları ve eşi Rabia ile ilk kışı Depi (Karakoçan) bağlı “Dolan” köyünde geçiriyor. Telli hamile olduğu için onu Elazığ`ın Kung köyüne gönderiyor. 1926 ilkbaharında türk askerleri köyü basıyorlar ve buradaki çatışmada Rabia`nın akrabası Mehemed öldürülüyor.
Yado uzun süre memleketin Kara Cehenem Ormanları, Metan Dağı, Hesar Dağı, Akdağ, otela Dağı, Şem Dağı, Koz Dağı, Xamirpêrt Dağı, Bingol, Dağları, Mêrgemîr, Şerevdîn, Kanîreş Yaylaları, Az, Puex, Sancak, Şîrnan bölgelerinde kalıyor.
Fakat şartlar gittikçe zorlaşıyor. Devlet köyleri yakıp-yıkıp boşaltıp direnişçilerin barınma imkanlarını ortadan kaldırmaya çalışıyor, hem de onların aile fertlerini ve akrabalarını yakalayıp sürgüne göndererek, direnişçileri teslim olmaya zorluyordu. Bu şartlarda kışı ülkede geçirmek imkansız gibi idi.
Yado ve diğer guruplar 1927 yılının sonbaharında Guewdere’nin Xeylan köyünde toplanıp, “Bin Xete” Suriye`ye gitme kararı alırlar. Bu karar sonucu idam edilmiş, hapishanelerde olan ve direnenlerin aileleri ile birlikte 500 kişi ile birlikte “Bin Xete”e doğru yola koyuluyorlar. Karacadağ`ın Çelbıran köyü yakınlarında askerler ile çatışma çıkıyor. Askerler ansızın ateş ettiklerinden hemen 32 at ölüyor. Kürt direnişçiler büyük bir kahramanlık sergileyerek Türk alayını dağıtıyorlar, askerler ağır makinalılarını bırakıp kaçıyorlar. Böylece kafile yolla devam ediyor. Burada Qarabeganlı Mela Hesen şehid düşüyor.
Bu kafile de Yado`nun dışında Heseni Begûn ve eşî, Huseni Begûn, Şex Mistefay Çun, Guenîk Axaları, Şeyh Şerif’in yeğeni Giyasettin, Şeyh Abdurrahman gibi Kürt direnişçileri de vardı.
Kürt kafile 600 Km’lik çatışmalar ile geçen zorlu bir yürüyüşten sonra Suriye`ye varıyorlar. Suriye o zaman Fransa`nın mandası idi. Kürt direnişçilerini karşılayan Halep Valisi hepsinden silahlarını teslim etmelerini istiyor. Fakat Yado “biz silahlarımızı teslim etse idik, Türklere teslim ederdik, buralara kadar gelmezdik, biz bir milletin davasını savunuyoruz” diyor. Suriye yöneticileri onları değişik yerlerde ikame ediyorlar.
Yado burada da siyasi faaliyetlerini sürdürüyor. Değişik kaynaklardan aldığımız bilgilere göre Yado “Hoybûn” örgütünün kuruluş çalışmalarına katılmıştır. Araştırmacı Yazar M. Malmisanij'ın Bedirxaniler üzerine yazdığı “Cizira Botanlı Bedirxaniler” isimli kitapda Memduh Selim, Celadet Ali Bedirxan, Kamuran Bedirxan, Yado ve Sediye Telhê’nin birlikte çektirdikleri bir resim var. Bu resim büyük ihtimalle Suriye' de “Hoybûn” çalışmaları esnasında çekilmiştir. Av. Osman Aydın'ın yazdığına göre, Yado 1927 yılının sonlarında Karakoçan'ın Himan (Çavusyolu) köyüne geliyor ve Osman Ağa da misafir kalıyor. Yado bu gelişinde HOYBUN örgütüne ait bazı yazılı belgeler ve bir Kürdistan bayrağı getiriyor. Sehdîn Telhe`nin hanımı Cemile hanım da Yado ile bugünkü Lübnan topraklarında Beyrut yakınlarında bir kasaba’da yapılan “Hoybûn” kongresine katıldığını anlatmıştır.
Sediye Telhê hem Suriye de Yado ile birlikte kalmış, hem de ülke içinde uzun süre Yado ile birlikte partizan savaşında yer almıştır. Telhê Karlıova`ının Tokliyan köyünden, Cibran aşiretindendir. Telhê yapılan bir ihbar sonucu evinde bulunan “Hoybun” örgütüne ait bazı belgelerden dolayı 1942 yılında Sivas’ta kurşuna dizilmiştir. Cemile Hanım’da Sivas`dan geldikten sonra önce Cebaxçor’da Cemal Elçi ile daha sonra da Haci Temur Beki ile evlendikten sonra 1960 yılında Hicaza gidip, orada vefat etmiştir.<p> </p>
“Hoybûn” Lubnan'da o dönem sürgünde bulunan Kürt aydınları, Şeyh Seid hareketinden sonra Suriye'ye geçen hareketin önderleri ve diğer Kürt ileri gelenleri tarafından kuruluyor. “Hoybûn”un kuruluş toplantısına İngiliz ve Fransızların engelinden dolayı Şeyh Seid`in oğlu Şeyh Ali Rıza katılamıyor. Şeyh Alî Rıza temsilen amcası Şeyh Mehdi ve Şeyh Seid`in katibi Liceli Fehmi Bilal`i toplantıya gönderiyor. Fakat Şeyh Ali Rıza ve taraftarları “Hoybûn”da aktif olarak yer almıyorlar. O dönemdeki Kürt aydınlarının hatıralarına baktığımızda bunun nedeni Şeyh Ali Rıza`nın 1929 affından yararlanarak Türkiye`ye dönmek istemesidir. Ali Rıza’nın oğlu M. Fuat Fırat, babasından aktararak bunun nedeninin Ermeniler ile yapılan ittifakın bazı maddelerine yapılan itiraz olduğunu iddia ediyor.
Yado büyük bir ihtimal ile Hoybûn`un verdiği görev üzerine kalabalık bir gurup ile ülkeye giriş yapıyor. Gurubun siyasi sorumlusu Sehdin Telhê, yardımcısı Husenî Begûn askeri sorumlu Yado’dur. Yado'nun üvey kızı Dılşa hanım ve sayın Osman Aydın'ın verdiği bilgilere göre Yado 17 arkadaşı ile birlikte bir kışı Karakoçan'in Oxçiyan köyünün Dolan mezrasında geçiriyor. Yine Yado bu seferinde Karakoçan’nın Himan (Çavuşyolu) köyüne gelip, Osman Ağa’ya misafir oluyor ve Osman Ağa`ya Hoybûn cemiyetinin bazı belgelerini ve Kürdistan bayrağını veriyor.
Yado`nun Akibeti
Yado`nun akıbeti konusunda çok farklı spekülasyonlar var. Bu konudaki bilgilerimiz kesin olmadığından, burada Yado ile uzun süre dağlarda kalmış Telli'nin akrabası Meh Evd'in, Yado'nun son dönemi ile ilgili anlatımlarını aktarmak istiyorum. Meh Evd aftan yararlanıp teslim olmuştu ve daha sonra yaşamını Bingöl'ün „Hepsor“ köyünde geçirdi. Meh Evd'ın anlattığına göre Telli Elazığ'ın Kung köyünden ayrılıp kendi köyü olan Kur (Dikme)'un Qeldar mezrasına geliyor. Yado bir gece arkadaşları ile birlikte Qeldar`a geliyor ve Telli ile konuşup onu da alıp gidiyor. Telli, Yado ile bir süre dağda kalıyor. Telli de diğer direnişçiler gibi giyiniyor ve bütün çatışmalara onlar ile birlikte katılıyor. Zaten Telli`nin kardeşleri Huseyni ve Mehmedi de Yado ile birliktedirler. Bir süre sonra (1929 olsa gerek) Said Begûn, Yado'ya haber salıyor, af çıktı, gelsin teslim olsun, diyor.
Yado ile Said Begûn, Bingöl ile Mendo köyü arasındaki Yado Çeşmesinin olduğu yerde görüşüyorlar. Yado Said Began’a diyor, “ben sana ve devlete güvenmiyorum, çünkü sizin bahtınız yoktur (Sima Bêbexti)”. Said Began bu konuşmadan sonra atını Bingöl'e doğru dizginliyor. Yado yanındakilere, “siz aşağıya doğru bu dereye inin ve Gayd'da yola çıkın, şimdi muhakkak Bingöl'e doğrudan giden yolar askerler tarafından tutulmuşturlar”, diyor. Yado' nun kendiside yakın birkaç arkadaşı ile Telli'nin babasının köyüne, Qeldar`a geliyor. Yado buradan Telli ve arkadaşları ile birlikte Dara Heni tarafına gidiyor. Dara Heni'nin arkasındaki dağlarda Mistiyan-Botiyan bölgesinde Türk silahlı güçleri direnişçilerin etraflarını sarıyorlar. Çıkan çatışmada Telli Selince mıntıkasında öldürülüyor. Telli'nin vurulduğu yer Dara Henî’nin güneyine düşen Ûlyan (Çevirme) köyü civarıdır ve Telli'nin mezari şu anda Daraheni'nin Ûlyan köyü civarındadır. Geçenlerde (temmuz 2010) Tellî`nin akrabaları gidip Telli’nin mezarını yaptırdılar.
Yado`nun akıbeti konusunda son yıllarda değişik kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Yado buradan köylere iniyor. Bazı anlatımlara göre kendileri milis olan iki kişinin ihbarı ve işbirlikleri sonucu Daraheni ile Lice arasındaki bölgede öldürülüyor.
Bir İnternet sitesinde bir tanık bu konuda şöyle yazıyor, “Yado Lice ve Genç sınırında olan „Kevırê Bazdê“ mıntıkasında Botan Aşiretine mensup Hacı Şükrü isminde birinin ihaneti sonucu vurulmuştur. Botanlı Hacı Şükrü Yado`ya sen burada bekle biz sana mermi ve başka ihtiyaçlarını getiririz diyor. Yado`da onlara inanarak orada bekliyor ve bunlar askerlere haber veriyorlar. Yado kaçıyor, birkaç metre daha gidebilse ağaçlık ve kayalık bir bölgeye ulaşacak ve kurtulacak. Ama, yetişemiyor ve vuruluyor. Yado`nun vurulduğu yer bellidir ve orada bir kaya var, ona „Kevira Yado“ diyorlar. Lice’den Genc`e doğru giderken „Çemê Birkeleyne“ var, orayı da geçtikten sonra sağ tarafta köy yolu var, „Çemê Hedigê“ye gider, Korte tarafına doğru gidince orada „Kevirê Bazdê“ var. Yado orada vururmuş. Yado`nun katili BOTIYANLI HACI ŞUKRI’dir. Bunu o bölgede herkes bilir“.
Değerli Ağabeyimiz Ehmedê Dirihî son yıllarda yaptığı araştırmalara göre Yado, Meh Evd ve arkadaşları Genc`in Mistan köyünde Musayê Silêman`a misafir oluyor ve sabah çok erkenden mermi ve yiyecek bir şeyler alıp köyden çıkıyorlar. Kurnel köyünden Kel Telhe ve Şukê Ehmê Deyî onlara pusu kuruyorlar. Bu pusu da önce Mehe Evd daha sonrada Yado yaralanıyorlar. Bu bölgede akşama kadar çatışmalar sürüyor. Yado`nun mermileri bitiğinden akşama doğru şehid ediliyor. Askerler onun cenazesinin üzerine geliyorlar ve milislere Yado`nun kafasını kesme emri veriliyor. Askerler onun kesilen kafasını alıp gidiyorlar. Diğer gün Dereyê Reşî (Qiyameyê Reşî) köyü halkı Yado`nun başsız vücudunu gömüyorlar.
Meh Evd burada yaralanıyor ve kendisini çalıların altına çekip saklanarak kurtuluyor. Dereyê Reş köylüleri ona üç ay boyunca bakıyorlar, yarası iyileşiyor. O daha sonar gelip teslim oluyor ve hayatının sonuna kadar Hepsor köyünde yaşıyor.
Son yıllara kadar mezarı bilinmeyen Kürdistan şehidi Yado`nun mezarı tespit oldu.
Bingöl`ün ilk belediye başkanlarından birinin yeğeninin bana amcasının bu konuda şunları anlattığını söyledi: “Devlet Yado`nun ve diğer bazı direnişçilerin başına ödül koymuştu. Bir ara Bingöl`deki askeri yetkililer beni çağırıp bir kesik baş gösterdiler ve bu kafayı tanıyıp, tanımadığımı sordular. Ben bu başı tanıdım, Yado`nun başı olduğunu tanıdım, fakat onlar hayır bu Yado değil, dedim. Bu kafayı uzun süre Bingöl`de tutular, sonra ne olduğunu bilmiyorum”. Aynı kişi 1978-79 bir gurup Kürdistan yurtseveri ile beraber bir gözaltına alınmalarında, polis yetkililerinin karakolda bulunan bir insan kafasını, kendilerine gösterip, “bakın bu kafa sizin liderlerinizden birinin kafasıdır. Buna bakıp ibret alın, akıllı olun, devlet ile savaşılmaz”, dediklerini aktardı. Bu insan kafası daha önce vilayet binasının emanetinde saklanıyormuş, fakat 1971 depreminde Vilayet binası yıkıldığından, yer probleminden dolayı bu kafa karakol getirilmiş.
1925 halk hareketinin yenilgisinden sonra Yado'nun sürdürdüğü partizan savaşında yanında sürekli bulunanlardan bazilari sunlardir: Eşi Rabia'nın kardeşı Farıs, amcasioğuları Dilşa ve Poles, Telli'nin kardeşleri Mehmedi ve Huseyni Ezimşer (Azimligil) Emin Sel, Meh Evd, Meh Qılç, Hesen Begûn ve Husen Begûn, Şahîn El Cindûn, Sehdin Telhê vb.
1-Kaynaklar:
2-“Kurdistan Tarihinde Dersim", Veteriner Dr. Nuri Dersimi- Komkar yayınları 19 Almnya
3-„Adler des Kurdistans“, Kamuran Bedirxan – 1936 Almanya
4-“Cumhuriyet döneminde Kürt isyanlari" Genel Kurmay Başkanlığı yayınları
5-“Yew peyê Şêx Seîd”, Şargê ra Hecî Zilfî de roportaj, Seyîdxan Kurij – Azadî 1994 Istanbul
6-“ Şêx Elî Riza mecal nedît kû bîranînên xwe binivîse”, bi M.Fuat Firat va Hevpeyvîn, Seyîdxan Kurij – Ronahî 1996 Istanbul
7-“ Yado bir türküdür söylenir Ülkemde” Dilşa Hanım ile roportaj, Seyîdxan Kurij - HEVI, 12 Nisan 1997 Istanbul sayı 21
8-"Kisa bir açiklama", Osman aydın, HEVI, 17 Nisan 1997 Istanbul sayı 22
9-“Yado û Telli”, Mehmud Arif Ayçiçek - Peyama Kurd, 2005 Almanya
10-“„Guîn rişya arî nidusyenû”, 75 serrê Hereketê Şêx Seîd, Mehmet Uzun (Roportaj) – Vate, Nr. 10 Zimistan 2000 – Swed
11-“Cebaxçurdan bir portre, YADO“, Orhan Zuexpayij, - www.welatparez.com,2007
12-“Mi rê vûnî Yadîn! Xelasê şima mi dest ra çînê ya”, W.K.Merdimîn (Roportaj) – Vate, Nr. 16 Zımıstan 2002 – Swed
13-“Tepîşîyayişê Şêx Şerîf”, W.K.Merdimîn (Roportaj) – Vate, Nr. 17 Wısar 2002 – Swed
14-Şeyh Şerîf`in yegeni Burhaneddîn Bilgin ile özel görüşme – 2004 Bingöl
15-Cemal Elçi`nin yegeni Nihat Elçi ile görüşme – Bingöl 2007
16-Yazılmayan tarih ve Anılarım, Kareli Mehmet Efendi. Derleyen Ali Rıza Erenler, Kalan yayınları, 2007
17-“Yadin Paşa“ – Ehmedê Dirihî` nin hanuz yayınlanmamış çalışması.
Not: http://www.dengeazad.com Sayfasından ALINTIDIR...
SEHDÎNÊ TELHA
Lehengê Kurd: Sadînê Talha jiyan çi bêbext e wey lo Îsmeto |
İşgalci, islamo-faşist türklük devleti'nin kürd yurtseverlerine yönelik yalan ve tasfiye belgelerinden biri.