JÎNDAR AX
Rojnamevan

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KÜRD MÜZİĞİ BERBAD'DIR

Kürd müziğinin bir ORJİN olduğuna dair Jindar Ax'ın kapsamlı bir çalışmasını aşağıda bulabilirsiniz:.

 

 

 

Başkentleri Vaşşukanni olmak üzere ilkçağda Doğu Anatolia'da devlet kurmuşlardır. Varlıklarına ilişkin ilk bilgiler, M.Ö. 2. bin yılı başlarına ait asur ve Babil çivi yazısı kaynaklarından öğrenilmektedir. Hurriler'in yazılı bir kültüre ulaşmamış oldukları söylendiğinden bunların dini, dili, kültürü, mitolojisi, gelenek ve görenekleriyle ilgili önemli ipuçları daha çok Hitit, Mitanni, Akkad ve Babil gibi komşu uygarlıkların tarihi içinde ortaya çıkmıştır. Büyük bir olasılıkla Diyarbekir yöresinde bulunan başkentleri Vaşşukanni ve çevresine yayılmış olan Hurri Devleti, o dönemde Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya ülkeleriyle sıkı bir ekonomi ve kültür alışverişi içindeydi. M.Ö. 3. bin yılı sonlarına tarihlenen Mezopotamya belgelerinin bazılarında Hurri kökenli yer ve kişi adlarına rastlanması, bu tarihlerde Hurrilerin sözü geçen yörede yaşadıklarını göstermektedir. Mari ve Alalah (Teli Açana) gibi Hammurabi (M.Ö. 18. yüzyıl) dönemine ait iki önemli kentte yapılan kazılar sonucunda bulunan çiviyazılı belgelerden dinsel içerikli olanlarda güçlü bir Hurri etkisi görülmektedir.

Hititler döneminde Anatolia yarımadasının güneyinde Luviler, Paflagonya Bölgesinde Palalar ve diğer bölgelerde Arzava, Kizzuvatna ve Ahhiyava krallıkları bulunuyordu. Bu devletlerden başka Hurriler ve Mitanniler de aynı dönemde Güneydoğu Anatolia'da özgün uygarlıklar yaratmışlardır. Hurrilere ilk önce M.Ö. 3. binin sonlarında Mardin dolaylarında rastlanmaktadır. Urkis şehrinde bir tapınağın kurulması ile ilgili belge şimdi Louvre Müzesindedir. Tunçtan bir aslan heykelciğinin koruduğu bir taş levha üzerine arkaik çivi yazısı ile kazınan yazıt M.Ö. 2300 yıllarına aittir. Hurriler önceleri M.Ö. 2. binin ilk yarısında kısa yaşamlı küçük beylikler kurmuşlardır. Daha sonra M.Ö. 1500-1250 arasında Hurriler tarafından kurulan Mitanni devleti o dönemde Yakın Doğu'nun Mısır'dan sonra gelen ikinci büyük gücü olmuştur. Mitanni kralları aynı dönemde hüküm süren Mısır kralları ile mektuplaştıklarından bu dönem hakkında oldukça fazla bilgi edinmek mümkündür.

Hurriler, M.Ö. 1400'lü yıllarda Hurri egemenliği altındaki bölge Hurriler ve Mittaniler olarak ikiye ayrılırdı. Babil'in kuzeyinde Dicle-Fırat arasındaki bölgede bir devlet kurmuşlardır. Diyarbekir çevresinin kuzeybatı, batı ve güneybatı bölümü de ülkenin sınırları içerisinde kalıyordu. Hurri adı kuzeyde kalan bölge için, Mittani ise güneyde kalan bölge için kullanılırdı. Egemenliği M.Ö. 1250`ye kadar devam eder. Harran Ovası'nda kurulmuş kadim bir devlettir. Sümer kültüründen etkilemiş ve Anatolia'da birçok kültürü etkilemiş yapısı vardır. Tanrı panteonu Mitraizm'dir. Mitra, ışık meleği demektir.

M.Ö. 16. yüzyıl sonlarına doğru güçlenen Hurrilerin, Mitanni (asurca Hanigalbat) adıyla bir devlet kurdukları ve asur kralları I. Şamşi-Adad ve I. İşme-Dagan dönemlerinde asur Devleti'ni etki altında tuttukları gözlenmektedir. Dicle Irmağının doğu kesiminde bulunan o dönemin ünlü ticaret kenti Nuzi'de yapılan kazılarda açığa çıkarılan çiviyazılı belgeler, Hurrilerin egemenlik alanlarını buraya kadar uzattıklarının kanıtıdır. Mısır firavunları III. Tutmosis ve III. Amenhotep dönemlerine ait belgelerde Mitanni Krallığı ile dostça ilişkiler içinde oldukları yazılıdır. Hatta III. Amenhotep ile Mitanni Kralı Tuşratta' nın mektuplaştıkları da bu belgelerden öğrenilmektedir. Hurrilerin kültürel ve dinsel yönden en çok ilişkide bulundukları topluluk Hititlerdir. Özellikle din alanında Hititleri etkiledikleri görülmektedir. Hitit tanrılar dünyasının baş Tanrı ve Tanrıçası olan Teşup ve Hepat ile daha birçok Tanrı Hurrice adlar taşımaktadır. Yine Hurri kökenli kişi adları da Hitit soylu sınıfı arasında yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Özellikle kraliçe adları Hurricedir.

Hurrilerin Hitit ülkesinin içlerine kadar uzanan istilası Hattusili'nin Yıllıkları'nın üçüncü yılında gerçekleşmiştir. Kral Hattusili Arzawa'ya bir askeri sefer düzenlemiş ve o daha Arzawa'da iken arkasından Hitit ülkesine Hurriler saldırmışlar ve başkente kadar ilerlemişlerdir. Metindeki ifadeye göre Hattusa dışında tüm ülke Hurrilerin eline geçmiştir. Hurrilerin Hitit egemenlik alanına böylesine girmeleri, Hattusili'nin Anadolu'nun batısında Arzawa'da sürmekte olan seferini yarıda bırakarak geri dönmesine neden olmuştur. Bu istila hareketinin Hititlerce beklenmeyen bir durum olduğu hem şimdi üzerinde durduğumuz bu belgedeki ilgili ifadelerden hem de aşağıda değineceğimiz ve bu olayı konu aldığı anlaşılan bir başka belgeden anlaşılmaktadır. Nitekim hemen geri dönen kral kendi ifadesine göre tanrısal desteği de arkasına alarak karşı sefer girişmiştir.

Kapsamlı yıllıkların önyüz ikinci sütun üçüncü paragrafında Hurriler'le dolaylı mücadeleden bahsedilir. İkinci yılda herhalde Hurrilerin geldiği ve Hititlere bağlı olan, aralarında sadece açıkça Sukziya'nın adının okunabildiği bazı kentlerin Hurriler tarafına döndüğünden bahsedilmektedir. Tam okunamayan satırlarda Hurrilerle mücadelelerden söz ediliyor olmalıdır. Lawazantiya ve Hurma kentlerinin adları görülürken, Hurma kentinin Hititlere sadakatine dair ifadeler yer almaktadır. Bu paragrafın sonunda Hurri ordusu arasında veba salgını çıktığı, Hurri ordusunun ölmeye başladığı ve onların komutanlarının öldüğü anlatılmaktadır. Belgenin önyüz ikinci sütun dördüncü paragrafında ise Hurilerin Hurma'dan geri çekildikleri, kışı Sukziya'da geçirdikleri, veba salgını dolayısıyla olsa gerek ölümlerin sürdüğü ve isimleri sayılan beş komutanında öldüğünden söz edilir. Bu arada Hitit Kralı ordu topladığını anlatır.

Önyüz ikinci sütun beşinci paragrafta Arzawa seferinden bahis vardır. Önyüz ikinci sütun altıncı paragrafta sayılan bazı yer adları, Hurilere dair tam anlaşılamayan bir cümleden sonra Arzawa'da kışın geçirildiği ve paragrafın sonunda da Hurri askerlerinin kralının öldüğü okunmaktadır. Arka yüzde ise Hurri sözcüğü iki kez tespit edilebilmekle beraber herhangi bir anlama ulaşmak mümkün değildir. Bu belgede anlatılanlarla I.Hattusili'nin Yıllıkları'nda anlatılanlar arasında kısmen benzerlik bulmak mümkündür. Üzerinde durduğumuz konu açısından bakıldığında Hurrilerle olan mücadele ve bunun anlatıldığı satırlarla aynı yerde söz edilen Arzawa seferi benzerliğin ana unsurlarıdır. Kapsamlı yıllıkların söz konusu diğer belgedeki anlatılanların daha ayrıntılı olarak ele alındığı metinler olduğunu kabul ediyoruz. Olayların gelişim sırasına ve sürecine bakılırsa, yıllıklar ayrıntılı olmadığı için oradan öğrenemediğimiz bazı gelişmelerden söz ediliyor olmalıdır. Yıllıkların ikinci yıl icraatı içinde anlatılan Anatolia'nın güneydoğusu yönündeki seferlerde doğrudan Hurrilerle mücadeleden söz edilmemesi, her ne kadar metinler tam olarak elimizde olmasa da kapsamlı yıllıklarda da doğrudan Hurilerle çatışmadan bahsedilmemesiyle uyum içindedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu bölgedeki yoğun Hurri varlığı Hititlerin aynı bölgedeki etkinliği için daima bir zorluk oluşturmuş olmalıydı. Bölge kentlerinden kimi, Sukziya örneğinde olduğu gibi, Hurrilerin elinde iken, kimi de Hurma örneğinde olduğu gibi Hititlerin elinde ve onların bölgedeki faaliyetlerindeki üssü konumundadır. Hurma'nın Hurrilerce, metinden açıkça böyle bir anlam çıkmasa da, belki kuşatılmış olması, onların Hurma'ya karşı olan tutumunu, belgedeki diğer anlatılanlar da dikkate alındığında da burada Hurriler ile Hititler arasında bir nüfuz mücadelesi yaşanmış olduğunu gösterir. Ancak bu sırada doğrudan bir Hitit-Hurri çatışmasının olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer böyle bir çatışma olsaydı onun da en azından kapsamlı yıllıklara yansıması ne kadar tahrip olmuş da olsa belge üzerindeki kayıtlardan anlaşılması beklenirdi. Yıllıklarla asıl paralellik sunan kısım ise Arzawa seferinden söz edilen yerlerdir. Burada bazı kentlerin Hurrilerden yana sadakat değiştirdiği gibi bir anlam çıkıyor ki bu, I.Hattusili Arzawa'da iken arkasından Hurrilerin başkent dışında tüm ülkeyi istila etmelerinin anlatıldığı yıllıklardaki satırlardaki ifadelerle uyum içindedir. Yine kapsamlı yıllıkların sözünü ettiğimiz satırlarında Hurri kralının ölümünden bahsedilmesi, böylece Hum tehlikesinin belki de kendiliğinde ortadan kalkması, yıllıkların da devam eden satırlarında Hurrilerden bir daha söz edilmemesinin nedeni olabilir.

Siyasal alanda Hurriler Hititlerle ilk kez Hitit Kralı Şuppiluliuma (M.Ö. 1380-1345) döneminde karşı karşıya geldiler. Mitanni Kralı Tuşratta'nın başkent Vaşşukanni'ye çekilmesi nedeniyle bu karşılaşmadan bir sonuç çıkmadı. Ancak bir süre sonra Mitanni Devleti'nin egemenlik alanında olan Kargamış Kenti'ni kuşatan Şuppiluliuma, 7 gün sonra kenti (ele geçirdi. Hurrilerle Hititler arasındaki bir başka ilişki de Hitit Kralı III. Hattuşili'nin (M.Ö. 1275-1250) Hurri kökenli bir kadın olan Puduhepa ile evlenmesidir. Bu kraliçe daha sonra Hitit tarihinde önemli bir rol oynayacaktır. Mitanni Devleti M.Ö. 1340'larda gücünü yitirerek önce Yeni asur imparatorluğu'nun vasili durumuna düştü, M.Ö. 1270'te de asur kralı Salmanasar'ca bir asur eyaleti haline getirildi. Ancak Mitanni Devletini kuran Hurriler daha sonraki yüzyıllarda egemen olan topluluklara üstün düzeyde, uygarlıklarından birçok öğeyi vererek varlıklarını sürdürdüler ve yerel halklarla kaynaşarak tarih sahnesinden silindiler. Mitanni Devleti'nde Hititlerde olduğu gibi feodal bir yönetim biçimi vardı. Krallar mutlak egemen olmakla birlikte yerel beylerin de güçleri vardı. Ordu sefere çıkacağı zaman asıl orduya asker verirlerdi. Mîlâttan önce 1300 yıllarında Mısır'a giren Hiksoslar, Hurrileri de hâkimiyetleri altına aldılar.

Bu arada zengin medeniyetlere sahiptir. Hukuk sistemi Mısır medeniyeti gibi kısassa kısas değildir. Hukuk tazminata göre tarif edilmektedir. Sümer kültüründen etkilenmiş ve Anatolia'da birçok kültürü etkilemiş yapısı vardır. Tanrı panteonu on ikili Sümer tanrı panteonuyla aynıdır.

Van Gölü çevresinde güçlenen ve ilk savaş arabalarını kullanan Hurriler, güneye inip 2000 yıllarında Kuzey Mezopotamya, Suriye ve Filistin'e kadar yayılan bir devlet kurup, asurlular (M.Ö. 3000.612), Akadlar (M.Ö. 2725-2545), Birinci Babil Devleti (M. Ö. 2100-1800), Mısır Orta Krallık Devri (M.Ö. 2065-1600), 3. Ur Sülâlesi (M.Ö. 2000-1960), İsin Larsa Devri (M.Ö. 1960-1735), Hititler (M.Ö. 1900-700) devletleriyle münâsebette bulundukları yapılan arkeolojik kazılar sonucu elde edilen kaynaklardan anlaşılmıştır. Klikya (Çukurova'da) Kizzuwatna Krallığını kuran Hurrilerin Mittanni kolu da, Mîlâttan önce 16 ve 14. yüzyıllarda Yukarı Dicle ile Fırat Nehirleri arasına hâkim oldular. Hurri-Mittanni Devleti adı da verilen bu devlet, mîlâttan önce 13. yüzyılda Mısır'daki Hiksosların hâkimiyeti altına girdiler.

Eski Önasya'nın önemli uygarlıklarından birinin temsilcisi olan Huriler Eski Tunç Çağı'ndan itibaren tarih sahnesinde izlenebilmektedirler. Transkafkasya ve Anatolia'nın doğusunda M.Ö. 3. bin yılın sonlarına dek bulundukları ileri sürülebilen Hurriler, bu bin yılın ortalarından itibaren de güneye doğru yayılım göstermişler ve Önasya'nın bir çok yerinde M.Ö. 2. bin yıldan varlıklarına dair izleri günümüze ulaştırmışlardır. Kendilerine ait kaynaklardan çok ilişkide bulundukları diğer kavimlerin yazılı belgeleri vasıtasıyla siyasal ve kültürel yapıları üzerine bilgiler edinebildiğimiz Hurrilerin her zaman bütünsel ve tutarlı bir şekilde ortaya konulabilen siyasal tarihlerinden söz etmek mümkün değildir. Bu durumun M.Ö. 2. bin yılın ilk dönemlerine ait tarihleri hakkında daha geçerli olduğunun kabul edilmesi gerekirken, aynı bin yılın ortalarına doğru Güneydoğu Anatolia ve Kuzey Suriye bölgesindeki bazı beyliklerde etkin olduğu gözlenen Huri unsuru! Önasya'daki en belirgin siyasal varlıkları olarak tanımlanabilecek Mitanni Devleti'nin içinde yer almıştır. Hurrilerin siyasal anlamda varlıklarının M.Ö. 2. bin yılın sonlarına doğru gözden kaybolduğu izlenirken uygarlıktaki etkileri devam etmiştir.

Hurriler

Hurrilerin başlıca merkezleri Urfa, Diyarbekir, Mardin ve Kerkük arasındaki bölgede kalan Tell Feheriye, Tell Brak, Şagar ve Bazar gibi kentlerdir. Mitanni devletinin kralları Hint-Ari kökenli idiler. Hindistan'a giden bazı Hint-Ari boylarının İran yaylası üzerinden Güneydoğu Anatolia'ya geldikleri ve yerli halk olan Hurrilerle kaynaştıkları tahmin edilmektedir. Mitannilerin at yetiştirme konusunda oldukça bilgili oldukları anlaşılmaktadır. Boğazköy'de bulunan Hititçe yazılmış dört tablette atların yetiştirilmesi konusundaki bilgilerin bir Mitannili tarafından kaleme alındığı bildirilmekte ve Hititçe çevirideki bazı teknik terimler Sanskritçe dilinde verilmektedir. Oldukça kısa süren bir egemenlik döneminden sonra Hitit kralı Şuppiluliuma tarafından son verilen Mitanni devleti Hattuşa'ya bağlı bir eyalet haline getirildi. Fakat Hurrilerin etkisi yörede yoğun bir şekilde devam etti.

Tori, Hurrilerin neden, hangi çağda ve nasıl yıkıldıklarını anlatmamıştır. Yıkılan Hurri devletinin devamından aynı kökten Nahri, Mannai ve Urartu devletinin meydana geldiğini ve şehir devletleri şeklinde örgütlendiklerini ifade etmiştir. Kemal Burkay, Urartu dili ile Hurri dilinin akraba olduğunu söyleyerek Hurri ve Urartu akrabalığını tahsis etmeye çalışmıştır.

Eski Tunç Çağı Doğu Anadolu kültürleri ile ilişkili oldukları kabul edilen Hurrilerin daha M.Ö. 3. bin yılda Doğu Anatolia'da ve Suriye'de varlıklarına dair belirgin yazılı kanıtlar Akkad Kralı Naram-Sin'e ait kimi metinlerdeki bazı yer ve şahıs isimleri dolayısıyla bilinir. Bunun yanı sıra Anatolia'ya dair en eski içerikli yazılı kayıtların olduğu kabul edilen Sartamhari metinlerinde de Akkad Kralı Naram-Sin'e karşı savaşan Anatolia'lı krallardan birine ait olarak görünen Pampa adına Nuzi metinlerinde Huri şahıs adlarını oluşturan bir eleman olarak rastlanılmaktadır. M.Ö. 2. bin yılın başlarına ait olan Kayseri yakınlarındaki Kültepe'de gün ışığına çıkarılan Kanis Karumu çivi yazılı arşivlerindeki belgelerde çok sayıda Hum şahıs adları ve Hurri diline ilişkin sözcüklerin bulunması bu dönemde Orta Anadolu'ya dek uzanan Hurri etkisini gösterir. Ayrıca Kanis'te bulunan ve Kaniş Kralı'na yollanan mektubun göndericisi olan Mama Kralı Anum Hirbi'nin adının Hurrice olduğu da kabul edilir. M.Ö. 17. yüzyılda Hitit Krallığı'nın kurulması ile birlikte başlayan Hititçe çivi yazılı belgelerde de Hurriler varlıklarını gösterirler. Hitit Krallığı kurulduktan sonra dış politikada ağırlık Anatolia'nın güneydoğusu ve Kuzey Suriye'ye verilmiş ve bu durum tüm Hitit Tarihi boyunca devam etmiştir. Humlerin M.Ö. 2.bin yılda siyasal ve kültürel varlıklarının en yoğun olduğu bölge böyle bir Hitit ilgisi altına girmişken, bu iki kavimin ve onların temsil ettiği kültürün yoğun ilişkide olması da kaçınılmaz olmuştur. Eski Hitit Krallığını takip eden dönemlerde hem siyasal olarak hem de bunun ötesinde daha çok kültürel açıdan Hurrilerin Hititler üzerindeki yoğun etkisi açıkça izlenebilir. Öncelikle din olmak üzere, dil, edebiyat, giyim-kuşam, tıp, büyü gibi bir çok alanda Hurrilerin Hititleri büyük ölçüde etkilediklerini, hem kendilerinden ama özellikle de Mezopotamya'dan, bir çok hususu Hititlere aktardıklarını ve aktarılmasında aracı olduklarını biliyoruz. Hititçe çivi yazılı belgelerde Hurri adına ilişkin en eski kayıtlar, bu yazının ilk ortaya çıktığı döneme, yani M.Ö. 17. yüzyıla aittir.

Hurri

Hurri-Mittanni Devleti teşkilât, kültür ve medeniyette komşularına benzerdi. Çok tanrılı dîne inanırlardı. Ölüleri gömme ve at yetiştirme usûlleri eski bugünkü küerdlerin adetlerinin aynısıdır.

Hurrilerin yaşadıkları bölge yani Mezopotamya bölgesi tarıma ve ticarete çok elverişliydi. Tarımda ve ticarette baya ileri giden hurriler kendi içinde bir çok kabileden oluşuyordu. Her kabile kendi iç işlerinde serbest dış işlerinde Hurri devletine bağlıydı. Hem ekonomik yönden hem de coğrafi koşullar bakımından çok iyi bir konumda olan hurriler her gecen gün daha çok düşman kazanıyordu. Çağdaşı olan devletler birleşerek Hurrilere saldırmışlardır ve Hurriler bu saldırılara karşı kendi ırkdaşları olan Mitanniler'le birleşmişlerdir. Mitanni devletinin yıkılmasıyla Hurri devletine mensup kabileler Toroslar'a çıkarak kendilerini korumaya almışlar. Habur Nehri yakınlarda bulunan mağaralarda Hurriler'e ait bir çok tarihi eser bulunmuştur. Şırnak'ın Silopi ilçesinin sınıra yakın bir köyünde hurrilerin ticarette kullandıkları altınlara rastlanmıştır.

Hurrilerin bilinen kral adları şunlardır;

Kumarbi
Tusratta
Tişari
Parattarna
I.Sautarna (Sausatar, Sutarna)
Baratarna (Barratarna)
Kibitesup
İthitesup
Hişmi Tesup
Şilvetesup
I. Aratatama (Artatam)
II.Sautarna
II. Aratatama
Tusratta
Mativaza (Mattiwaza (1275-?))
Vassata
Artasumara [3 / 7]
Hurri Dili

Hurrice, M.Ö. 2300 ile M.Ö. 1000 yılları arasında Önasya ve Mezopotamya'nın kuzeyinde Hurriler ve Mitanniler tarafından konuşulmuş dil. Hurrice eski Önasya dünyasının en ilginç dillerinden biridir. Semitik dillerle hiçbir ilgisi olmayıp ön takılarla kurulan Hattice'den de tamamiyle ayrıdır. Hurrice'nin başlıca özelliği dil yapısının arkaya takılan eklemelerle oluşturulmasıdır. Ancak Hurrice diğer bilinen eklemeli dillerden hiçbiri ile de yakınlık göstermez. Urartular'ın dili ise Hurrice'nin devamından başka bir şey değildir.

 

Kürd Müziği Berbad'tır!

Günümüzde "Uşşak", aşıklar makamı olarak adlandırlan ve yaklaşık 600 makamdan sadece bir tanesi olan bu makamın isminin, 8.yy dan 17.yy kadar "Dûgah" ve Saadetin Arelîn sınıflandırmasında ise kayıtlara "Kûrdî Çargah" olarak geçtiğini 15 yıl önce Evrensel gazetesinde çıkan bir haberden yola çıkarak öğrenmiştim.

https://bit.ly/2E2IgCo

TRT Türk Müziği ve Modal Tek Sesli Müzikler Uzmanlığı yapan Prof. Mustafa Erdoğan Sürat, 2005’teki bir demecinde, “TRT’nin Repertuar yapıt sayılarından çıkan döküm, bestelenmiş tüm eserlerin yüzde 40'ı saf Kürt ses sistemi ve makamlarında, yüzde 20'si Kürt ağırlıklı Mezopotamya dizilerinde icra edilmiş”

"TRT Türk Müziği ve Modal Tek Sesli Müzikler Uzmanlığı yapan Niğde Üniversitesi Müzikoloji eski Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan Sürat, “Agora Meyhanesi” gibi ünlü pek çok bestenin Kurdî makamlarda bestelendiğini, Zeki Müren'e hocalık yapan Haydar Telhunar'ın da aralarında bulunduğu ünlü bestekarların Kürt olduğunu açıklamıştı."

"Prof. Dr. Sürat, 1970 yılında TRT Viyolonsel Sanatçısı Eski Astsubay Tarık Kip tarafından hazırlanan listesine dayanarak TRT'nin 1960 yıllından sonra yayınladığı Türk Sanat Müziği eserlerinin çoğunun Kurdî dizi ve makamlarında olduğunu görür. Sürat'ın araştırmasına göre; Repertuar yapıt sayılarından çıkan döküm, bestelenmiş tüm eserlerin yüzde 40'ı saf Kürt ses sistemi ve makamlarında, yüzde 20'si Kürt ağırlıklı Mezopotamya dizilerinde, yüzde 30'u Arap ve Acem dizi ve makamlarında, yüzde 5'i Trakya Köçekçe makamlarında, yüzde 5'i Türk dizi ve makamlarında icra edilmiş."

"8 kat Prof. Mustafa Erdoğan Sürat, bu istatistiklere dayanarak bestelenmiş şarkılarda Kürt Müziği'nin, Türk Sanat Müziği'nden sekiz kat daha fazla olduğunu, yeni bestelerin ise neredeyse yüzde 90 oranında Kurdili dizilerden oluştuğunu söylüyor. Sürat, "TRT'den aldığım verilere dayanarak ilan ediyorum; Türk Sanat Müziği diye birşey yok, Kürt Sanat Müziği var" diyor."

Ama!

Kavramsal olarak "Ses ve Müzik" nedir? sorularını yanıtlamadan Müzik'te Türk ya da Kürd'ten bahsetmek büyük bir yanılgıdan öte hiçbir şey değil.

Artık, Müzik biliminin iskeletini oluşturan Antik-Yunan tanrılarının çaldığı Harp ve flütlerinin melodilerini İslam dünyası ile tanıştıran Platon, Euclid, Batlamyus vb. müzik bilimcilerin eserlerini çeviren Ibn-i Sina, Farabi ve El Harezmi gibi araştırmacıların eserlerindeki kısıtlı bilgilerine mahkum değiliz. Aydınlanma her gün yeni bir bilgi ve belge ile devam ediyor.

Hayvan kemiklerinden yapılan flütlerin karbon testleri, Homosapien’lerin müzik ile tanışmasını 40-45 bin yıl öncesine kadar götürüyor.

https://bbc.in/3aFYahR

Barbad, Ud, Lavta, Tanbur, Tembûr, Tar ...

Müzik enstrumanlarının tarihsel gelişimi konusunda, hala birçok teori var ve tartışmalar sürüyor. Günümüzdeki telli çalgıların atası olarak en çok kabul gören teori Sümerlerin 6500 yıl öncesine ait Harpları olarak duruyor ama yarın Girê Mirazan/Göbeklitepe örneğinde olduğu gibi yeni bir arkeolojik buluş ile ters köşe olmaya hazır bir bilim disiplini ile arsızca sahte tarih tezleri yazma derdindeki iki karşıt zihniyeti anlamak zorundayız.

2. Xusrev dönemi Sasani Bağdat Sarayının baş Müzisyeni Barbad yaklaşık 1400 yıl önce (590 – 628)
Ortadoğunun en eski 7 notaya dayalı Modal Müzik Sitemi olan “Xusrewanî” yi geliştirmiştir.

(He has been credited to have given an organisation of musical system consisting of seven "Royal modes" named Xosrovani) Farhat, Hormoz (2004). The Dastgah Concept in Persian Music. Cambridge University Press

Şiraz ya da Merv şehrinde doğduğu iddia edilen “Perbad” ya da Arapça yazılımı ile “Berbad”

Per : Kanat
Ba/Bad : Rüzgar
Ber : önünde karşısında

Muhtemelen bu lakabı o coğrafyanın geleneksel enstrumanı olan tek telli TAR’ı geliştirerek çok telli Tembura dönüştürüp Rüzgâr kadar hızlı çalıyor olmasına borçlu.
Sasani sarayının baş müzisyeni Sarkis (muhtemelen Ermenî) ile olan rekabet ve çatışmaları Firdewsi’nin Şahnamesinde detaylıca anlatılmış. Perbad’ın Xusreve çaldığı ve en popüler eserlerinden birinin isminin “Sawz andar Sawz” / (Yeşil içinde yeşil ) olması beni ister istemez popûler etimolojî yapmaya ve.
acaba “Saz” ve Sazende kelimeleri de buradan mı türedi? diye de sordurttu.

https://bit.ly/2EpFgQk

Perbad’ın enstrumanı olan ve kendi ismi ilen anılan Tembur’un halen günümüz Ehl-î Heq Kürd’lerinin bu geleneksel eserleri ile yaşatıldığı Ehl-î Heq Destgah makamındakî Nakisā va Bārbad ‘ı

https://bit.ly/31k6jFL

orijinal hali ile dinledikten sonra, Kurdistan Alevîlerinin sadece inanç değil Müzikal melodileri ve enstrümanları olan “Bağlama” ile tamamen aynı olduğunu zaman ve şartların bu gelişimi nasıl etkilediğini kulaklarınız ile duymuş oldunuz.

Abbasi Bağdat Saray müzisyenliği geleneğinden Cordoba’ya Endülüs Müziğine,
yine muhtemelen Kürd olduğu iddia edilen Musul’lu Ziryab’ın (789 – 857) Tar’ı Tanbura/Tembura dönüştüren öğretmeni Perbad’ın kendi adı ile anılan Barbad’a 5 çift tel takarak bugün 13 telle çalınan modern Ud ve 6 telle çalınan Gitar’ın mimarı olmuştur.

Tar : Tek telli ( Fransız etnomüzikolog Jean During Azerî Tar’ının geçmişini en fazla 200 - 250 yıla dayandırmış ve rūbāb'ın soyundan geldiğine inanıyor çünkü her ikisinin de hayvan derisiyle kaplı çift kaseleri var. Yine Vertkov ve diğer bilim adamlarına göre, bu enstrümana on sekizinci yüzyılın sonlarına kadar İran ya da Azerbaycan’ın hiç bir yerinde rastlanmaz.) Tar kelimesi Ortaçağ İran'ının hem müzik yazılarında hem de şiirlerinde görülebilir. Ancak, Tar’ın enstrümanın kendisini değil mevcut tel sayısını anlattığı kesindir.

Dutar : 2 telli
Sîtar ya da Sêtar : 3 ya da 30 telli ama günümüzde 18, 19 , 20, 21 Telli
( Hindistana 13. yy da Soxd ve Sasanîlerin kültürel egemenlikleri döneminde ortaya çıkmıştır.)

Kitar: 7 Telli, Yunanca Kitara incil de 4 kez geçer (1 Cor. 14:7, Rev. 5:8, 14:2 and 15:2) 4 telli antik yunan Lîr’inin geliştirilmiş halidir.

İrani dillerde ve Kürdçe Çeng ( Dirsek) olarak anılan L dirsek şeklindeki bu enstrümana Doğu Kurdistan’ın Kirmanşah kentindeki Taqê Bostan Sasani dönemi kalıntılarında 2 parça ve 90 km güneyindeki 6000 yıllık Xuzhistan mozaiklerinde Çeng çalgıcısı ve bir şarkıcı resmedilmiştir.

Sasanilerin 7. Yy da yenilgisi ile beraber tarih sahnesinden silinen bu müzik aletine günümüzde Avrupa’daki büyük orkestralarda Arp/Harp olarak rastlamaktayız.

https://bit.ly/2EiKhtV

Kürd Harp sanatçısı Tara Jaff yıllar boyunca, farklı yaylı enstrümanlar üzerinde deneyler yaptı, ancak onu çağdaş Kelt harpına götüren, MÖ 3000'lere dayanan eski Sümer, Asur, Hurrî ve Elam harplarına olan hayranlığıydı.

Tembur and Harp - Tara Jaff, Cemîl Koçgîrî
https://g.co/kgs/cCf7eW

Kemançe : ” Profesör Alber Lavinak'a göre, keman ve bununla ilgili tüm enstrümanların kökenini Hindistan'da ve MÖ 5000 civarında hüküm süren Sri Lanka kralı Ravana zamanında takip etmeliyiz.

Bu enstrüman Budist rahipler tarafından çalındı ve ses kutusu, boyun ve yayın saçlarını Lanka kralı Ravana'nın yaklaşık 5000 yıl önce tasarladığı ve çaldığı keman benzeri bir enstrüman olan ravanahatha.

Ravanahatha, hindistancevizi kabuğu ve bambudan yapılmış, ip olarak at kılı veya doğal lif ile yapılan ham bir kemandır. Keçi ve koyun bağırsağı ve hindistan cevizi ağacı da kullanılmaktadır.

Yay ile çalınan ilk telli çalgı olup, dünyanın ilk kemanı olarak kabul edilmektedir. sıkmak veya gevşetmek için vida ayarlayıcı dahil kemanın tüm bölümlerine sahipti.

Ravanahatha'dan çıkan duygusal müziğin, Ravana'nın ateşli bir adanmış olduğu Hindu tanrısı Shiva'yı harekete geçirdiğine inanılıyor.

Ravanahatha Hindistan'dan batıya Orta Doğu ve Avrupa'ya gitti, burada thinkquest.org web sitesi kütüphanesine göre 9. yüzyılda ravanastrom deniyordu.”

“Lavinak'a göre Orta Çağ'da kamānche Avrupa'ya Müslümanlar tarafından getirilmiştir. Daha sonra bu enstrüman viyolayı ı icat eden Avrupalılar için bir taklit kaynağı oldu. Sonunda, keman bu enstrümanlardan gelişti. Tajvidi ve Khaleqi gibi birçok büyük İranlı müzisyen, kamānche'nin rūbāb'den gelişen eski bir İran enstrümanı olduğuna inanmasına rağmen, kamānche'nin İslam öncesi İran'da var olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletlerinde kamānche'ye benzeyen sorud adlı bir enstrüman var. Ancak, qajak veya qichak olarak da adlandırılan sorud, kamānche'den daha fazla sicime sahiptir. Kamanche'nin en eski izleri Farabi'nin Musiqi al-Kabir adlı kitabında bulunabilir. Bu kitapta Farabi bu enstrümanı iki telli rubab olarak adlandırmaktadır. Ancak tek bir ip ile rubabın varlığını da inkar etmiyor. Rubab aslında kamānche'nin Arapça adıdır. Farabi'nin kitabında bahsettiği rubab halen birçok Arap müzisyen tarafından çalınmaktadır. Dahası, kamānche Türkiye'den Orta ve Doğu Asya'ya yayılmıştır. Türkler buna iklig diyor.”

https://bit.ly/34hleCa

Şimdi esas konuya şimdiye kadar anlattığımız Müzik nasıl ve neden Türk Müziği oldu ya...

Dimitrie Cantemir (1673 –1723 )

“1687 yılında rehin olarak İstanbul’a gönderildi. Öğrenimini İstanbul’da sürdüren Dimitri, Rum Ortodoks Patrikhanesindeki akademide antik Yunan ve Latin kültürüyle Bizans ağırlıklı Ortodoks kültürünü, Enderunda ise Osmanlıca, Farsça ve Arapça dillerini öğrendi. Osmanlı siyaset ve kültür çevreleriyle yakın ilişki kurdu. Osmanlı Devleti’nin siyaseti, kurumları, etnik durumu ve İslam dini ve sanatına ilişkin bilgiler edindiği gibi Batı’daki hümanizma hareketlerini izlemeyi de ihmal etmedi. Müziğe olan ilgisi İstanbul'da da devam etti. Kemani Edirneli Ahmed Çelebi’den bu müziğe ait bilgiler, Tamburi Angeliki’den ise tambur öğrendi. II. Ahmet zamanında Enderuna öğrenci olarak alındı. Kantemiroğlu’nun besteci olarak önemi, oluşturduğu nota sistemiyle pek çok yapıtı notaya almış olmasındadır.”

"İstanbul'da yaşadığı dönemde ney üflediği de söylenen Kantemiroğlu, saz çalmanın kazandırdığı bilgilerle, müziğin kuramsal temelini kısa zamanda öğrendi. O dönemde, kuramsal konuları en iyi bilenlerden biriydi. Müzik meraklısı olan Hazine-i Hümayun müdürü İsmail Efendi ile saray hazinedarı Latif Çelebi’nin ısrarlarıyla ünlü kitabını yazdı (19 yaşında nasıl böyle bir kitap yazabildiği her ne kadar şaibeli ise de). Kısaca Kantemiroğlu Edvarı diye anılan, Kitab-ı İlmü’l-musiki ala vechi’l-hurufat (Mûsikiyi Harflerle Tespit ve İcrâ İlminin Kitabı) adlı kitap iki bölümden oluşur. Birinci bölümde makamlar, perdeler, usuller üstüne müzik teorisi bilgilerini, ikinci bölümde ise 16. -17. yüzyıla ait, arasında kendi bestelerinin de bulunduğu toplam 349 bestenin notasını verir. Kitap Osmanlı padişahı II. Ahmet’e sunulmuştur. Kantemiroğlu'nun kitabında yer alan besteleri kendi buluşu olan bir müzik notasyonuyla kaydetmesi sayesinde birçok besteyi yok olmaktan kurtarmıştır.”

“Rauf Yekta Bey 1912’de Şehbal dergisinde yayımladığı iki yazı ile Kantemiroğlu'nun biyografisini sundu. Hüseyin Sadeddin Arel de aynı dergide bu edvarı yayımlayarak yapıt üstüne açıklamalarda bulundu. O. Wright, Yalçın Tura ve Rumen müzikolog Eugenia Popescu-Judetz, Kantemiroğlu hakkında pek çok çalışma yaptılar. “

Hamparsum Limonciyan (1768- 1839)

“Harput'tan İstanbul'a gelerek yerleşmiş, Ermeni Katolik cemaatine mensup yoksul bir Ermeni çifti olan Serkis ve Gadarine Limonciyan’ın oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

1812-1814 yılları arasında Eski Ermeni Kilise ilahilerinin kaydedilmesinde kullanılan "Khaz Sistemi"'ni, Türk Müziğine uyarlamış ve geliştirdiği notasyon ile sadece peşrev ve saz semailerinin bizzat notaya aldığı 6 adet nota defterinin III. Selim'e takdim etmiştir. Notanın kullanıldığı ilk beste, Tanburi İsak Efendi'nin bayati peşrevidir. Kendi adıyla anılacak olan bu notasyon, Hagop Çelebi Batı müziğinden aldığı bazı kavramlarla geliştirdi. Hamparsum notasına daha sonra bestekâr Kapriel Yeranyan (1827-1862) tarafından çeşitli eklemeler yapılmıştır.” Hampartsum, III:Selim’in emriyle kendi adını taşıyan notayı buldu. Hampartsum notası, batı notasının kesin yerleşmesine kadar çok tutulmuştur".

“Bu nota sisteminin en belirgin özelliği, seslere karşılık olan işaretlerin kendi buluşu olması ve soldan sağa yazılmasıdır. Hampartsum, XVIII. Yüzyıl Türk Klasiklerini bu nota ile 6 defter halinde yazmış, bu defterlerden dördü kaybolmuştur. (Tesadûf bu ya...) Diğer ikisi ise İstanbul Belediye Konservatuarı kütüphanesi ve İstanbul Belediye kütüphanesindedir. Yazdığı yüzlerce Peşrev ve saz semaisinin büyük bir bölümü 1875’de Mandoli Yarutin Havadurin tarafından kopya edilerek Ankara Radyosuna verilmiştir.”

“Tambur ve keman çaldığı ileri sürülen Hampartsum, yaşadığı sürece ün kazanmış, bir bestekar olarak günümüze Ermenice fakat Türk makam ve usulleriyle yazılmış ilahilerden başka saz semaisi, beste, aksak ve yürük semai ve şarkı formlarında bazı eserleri gelebilmiştir.

Hampartsum Limoncuyan, öncelikle oğlu, Tanburi Aleksan Ağa, Bedros Çömlekçiyan, Aritakes Hovhannesyan’ın da aralarında bulunduğu pekçok talebe yetiştirmiştir. Oğlu Zenop Limoncuyan(1810-1866), ağabeyi Hovhannes’den ney üflemeyi ve imal etmeyi öğrenmiştir.”

Komitas, Gomidas / Sogomon Kevork Sogomonyan (1869 –1935)

“1869’da Kütahya‘da doğan Ermeni müzisyen, müzikolog ve rahip Gomidas Vartabed, küçük yaşta anne ve babasını kaybetti ve bakımını akrabaları üstlendi. Gomidas, 12 yaşındayken Ermenistan’daki Ermeni Kilisesi Eçmiyadzin’e gönderildi.

Kilise ayinlerinde ilahiler söyleyen Gomidas, o dönem hiç Ermenice bilmiyordu. Gomidas, Ermenistan’daki Eçmiyadzin’de dini eğitimini tamamlamasının ardından “Vartabed”, yani “evlenmeyen rahip” rütbesine yükseltildi ve geliştirdiği müzik yeteneği sayesinde koro kadrosuna alındı.

O dönemde Ermeni Kilisesi‘nin en yüksek dereceli din adamı olan Katolikos Hrımiyan ve Ermeni işadamı Mantashev’in desteğiyle Gomidas, yüksek müzik eğitimi almak üzere Almanya’ya gitti. Gomidas burada, Avrupalılar’ı Ermeni müziği ile tanıştırdı.

Ermeni ve Kürt halk müziği, Ermeni dini müziği ve “khaz” olarak bilinen Ermeni müzik notasyonu sistemi alanında araştırmalar yapan Gomidas’ın, Ermeni Kilisesi’nin pazar ayinini Batılı müzik sistemleri ve notasyonu kullanarak uyarlanması da bu dönemde gerçekleşti. Gomidas’ın bu ilahi için yaptığı uyarlama bugün yaygın olarak söyleniyor.

Pakrat Estukyan: Gomidas’ın müzikle özellikle Ermeni toplumu için önemini şu şekilde anlatıyor:

“Gomidas, halk müziğini ilk defa derli toplu bir şekilde düzenleyen en önemli aranjörlerden biri, hatta birincisi. Ermeni müziği Gomidas’a kadar tanımlı değildi. Gomidas’la birlikte bu tanım, batılı ölçekte sınırları belli, tanımları belli, notasyonları düzenlenmiş şekilde dahil oldu. Bizim açımızdan Gomidas’ın diğer bir önemli özelliği de bütün etnisitelerin üzerinden folklora bakış açısıdır. Öyle ki, Gomidas’ın eserleri arasında Türkçe, Kürtçe, Almanca eserlere rastlamak mümkün.”

“Türk”, “Sanat” ve “Halk” Müziği olarak tanımlanan melodilerin ve bunları icrada kullanılan enstrümanların tarihsel gelişimi ile ilgili derleyebildiğim bilgiler ışığında çok net bir biçimde ve içtenlikle diyebilirim ki her iki tanımlama da Sosyolojik ve antropolojik yaklaşımla “Etnomuzikoloji” biliminin disiplinleri açısından antropoloji, tarih, sosyoloji, etimoloji, semiotik, matematik bilimlerine rağmen, manipüle edilmiş siyasi tanımlamalardır.

Türkiye’deki çağdaş müzikoloji çalışmaları adı altında, “Resmi Tarih Yazımı ve sentetik bir ulus yaratmanın gereği olarak kendilerine verilen görev ve emir ile Sümerler ’den günümüze dek onbin yıllardır bu topraklarda yaşamış kadim kültürlerin kimi özgün kimi de ortak olan Rum, Ermenî, Asurî, Laz, Çerkes, Arap, Fars, Türkmen ve Kürd ezgilerini Türk Halk Müziği Türküsü ve Türk Sanat Musikisi Şarkısı olarak isimlendirerek, bu kültür ve sanat mirasının zor ve şiddete dayalı asimilasyon politikaları ile Türkifize etmiş ve ediyor olmaları düpe düz hırsızlıktır.

Zorla Türkleştirdikleri herkesi, 100 yıldır kandırdılar bu yalanlarla ama artık Google var!

Photo: Brooklyn Museum - Bahram Gur and Courtiers Entertained by Barbad the Musician Page from a manuscript of the Shahnama of Firdawsi

Jîndar Ax
20.08.2020

 

 

 


 

 

 


KURDISH AUTHORS

 

 

 

 


Foundation For Kurdish Library & Museum