Dr Ismail Besikci

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 



Med en stor förhoppning om att Den svenska vetenskapsakademiens Nobelkommitté tilldelar i en snar framtid Nobels litteratur- och fredspris till följandekämpar för kurdisk litteratur och kultur:

1- Dr İsmail Beşikçi (historia)
2- Firat Cewerî
(litteratur)
3- Fawaz Hussain (litteratur)
4- Cegerxwîn (litteratur)
5- Şıvan Perwer (musik)
6- Mîr Celadet Alî Bedirxan (litteratur)
7- Mihemed Uzun
(litteratur)

12.12.2016
Stiftelsen för kurdiskt bibliotek och museum

 

 

 

Ismail Besikci är född i 1939 i staden Corum vid svarta havets södra kust. I 1962 spenderade han två år av sitt liv som turkisk soldat i den delen av Kurdistan som är ockuperat av Turkiet. Han blev intresserad av kurderna och studerade sociologi vid den kurdiska staden Erzeroms Universitet. Besikci blev klar med sin utbildning och han skrev sin doktorsavhandling i 1967. Hans teser handlade om regionens (Kurdistans) socialpolitiska frågor: De sociala förändringarna hos de kurdiska stammarna i Östra Anatolien [den delen av Kurdistan som är ockuperat av Turkiet] publicerades i bokform i 1968. Senare i 1969 publicerades hans andra bok: Förändringar i Öst – Strukturella frågor hos den kurdiska nomadstammen alikan. Dessa böcker kostade honom hans jobb på universitet och dessutom närmare 17-års fängelse.

 

Förändringar i Öst – Strukturella frågor hos den kurdiska nomadstammen alikan

 

 

Senast var han åtalad och fängslad i 1993, 2004 för en av sina tidigare böcker som han hade skrivit i 1977: Den vetenskapliga metoden 1– Implementationen i Turkiet: tvångsförflytning och assimileringen av kurder.

Besikci har dömts till i över 200 års fängelsestraff och motsvarande miljoner svenska kronors böter för sina böcker.

Besikci har bevakats av Amnesti International och den internationella författarklubben PEN noggrant. Tack vare dessa intarnationella organisationer har han slutligen blivit frisläppt från turkiskt fängelse efter att ha tillbringat närmare 20 år av sitt liv i fängelse.

Besikci har inte gett upp. Senast har han i en av sina artiklar i tidskriften Serbesti (frihet), gett sin syn på anledningen till Kurdistans fördelning och förtrycket av dess nation kurderna.


 

 

 


NOAM CHOMSKI OM ISMAIL BESIKCI:

“Han är vetenskapens världs hjälte, symbol för mod och heder.“

 

 

 

 

Dr Ismail Besikci in Turkish ''court'' - defending Kurds & Kurdistan

And olsun ki İsmail Beşikci kürdtür, türk değildir. Çünkü türklerin arasında kürd halkını, Kürdistan'ı bu radede savunacak birisinin çıkması KATTİYEN İMKANSIZDIR, eşyanın tabiatına kesinlikle aykırıdır. İsmail hoca Çorumlu'dur ve Çorum ve bütün Anatolia, ta neolitik dönemlerden beri kürdlerin yayılmış olduğu bir alandır.
Kürdler sadece Çorum'a kadar değil, Amasya, Haymana, Zêl (Yozgat), Kırşehir, Aksaray, Niğde, GİRİT, MUĞLA, Konya, Mersin ve Adana'yı da içine alan çok büyük bir alana kadar varmışlardır ve binlerce yıl bu alanlarda yaşamışlardır. Bugün hala buralarda yaşayan kürdler var ve biz çok yanlış bir düşünceyle bu kürdlerin buralara sadece sürgün edilmiş kürdlerden ibaret lduğunu söylüyorduk, oysa onlar ta başından beri buralarda yaşayan, buraların otantik kürdleridir. Sonra İsmail hoca, eski kürdler gibi sarışın ve mavi gözlüdür, İsmail Hoca'da, türklerin menşei olan Asiatik hiçbir anatomik belirti sözkonusu değildir. Bu nedenle İsmail hoca'nın kürd olması çok büyük bir ihtimal dahilindedir. Evet yine; İsmail hoca türk değildir, o tamamen bizdendir.
-- İsmail Hoca'ya saygı, sevgi ve minnetle..

 

 

 

 

A scientist 17 years in awful Turkish prison

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsanlığın Yüz Akı - İnsanlık için bundan daha dik ve doğru bir duruş görülmemiştir.

TÜRK TOPLUMUNDA AYDIN YOKTUR
---- Türk aydını diye bir fenomen yoktur.

Çünkü türk ulusu, türk toplumu normal bir tarihi gelişme süreci içinde oluşarak toplumlaşmamıştır, normal tarihi bir süreç içinde uluslaşmamıştır. Dış müdahalelerle oluşturulmuş, elle çakılmış, elle yapılmış, elle yaratılmış NAYLON ve SUNİ bir toplum ve ulus olduğu için, türk toplum bireylerinin ekseriyeti sakat kafalı (ırkçı-islamist) ve türk ulusu ise TOPYEKÜN ve HER BAKIMDAN NAKIS VE SAKAT (ırkçı-islamist) bir toplum ve ulustur.

Bu bakımdan normal gelişmiş toplumlarda oluşan İNTELLİJENSİA, AYDIN TABAKA türk toplumunda kesinlikle YOKTUR.

Örneğin herhangi bir sözümona türk aydınına 'kürd halkının özgürlük hakkı var mıdır' diye sorsan, hemen hemen hiç istisnasız HEPSİ 'hayır yoktur, çünkü türk devleti bölünmez' şeklinde yapma türk toplumunun beynine EMPOZE edilmiş bu İŞGALCİ-IRKÇI ve İSLAMO-FAŞİST türk doktrinini söylemeye başlarlar.

Türk toplumunda matematikçi, fizikçi, edebiyatçı olabilir ama bunlar AYDIN sayılmaz. Aydın olmak özel bir felsefi bilinç ve özel bir tavır ve şahsiyet sahibi olmak demektir: Hiç istisnasız BÜTÜN toplumsal sorunları ilim ışığında ve ilmin gerektirdiği yöntemle düşünmek, yorumlamak söylemek ve bu bilimsel temeller doğrultusunda da tavır sahibi olmak demektir.

Türk toplumunda İsmail Beşikçi, çok ağır işkenceler ve 17 yıl boyu hapiste kalma felaketine uğradığı halde bu kriterlere tamamen sadık kalmış TEK aydındır. İsmail Beşikçi dışında türk toplumunda ben hiçbir aydın GÖRMÜYORUM. Varsa bana gösterin. YOKTUR.G.C.

 

 

 

 

 

En lista över en del av Dr Ismail Besikcis böcker:

o Dogu Mitinglerinin Analizi 1967 (Analysen av Demonstrationerna i Öst)

o Dogu Anadolu da Göçebe Kürt Asiretlerinde Toplumsal Degisime 1968 (De sociala förändringarna hos de kurdiska stammarna i Östra Anatolien)

o Doguda Degisim ve Yapisal Sorunlar 1969 (Förändringar i Öst och de Strukturella Frågorna)

o Dogu Anadolu nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller1969 (Ordningen i Östra Anatolien, De socialekonomiska och etniska grunderna)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 1 Kürtlerin Mecburi Iskani 1977 (Den vetenskapliga metoden – Implementationen i Turkiet 1: tvångsförflytning och assimileringen av kurderna)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 2 Türk Tarih Tezi, Günes Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, 1978 (Den vetenskapliga metoden - Implementationen i Turkiet 2 – Den turkiska historietesen, Solspråksteorin och den kurdiska frågan)

o Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 3 cumhuriyet Halk Firkasinin tüzügü ve Kürt Sorunu 1978 (Den vetenskapliga metoden - Implementationen i Turkiet 3– Stadgarna av det republikanska folkpartiet och den kurdiska frågan)

o Devletlerarasi Sömürge Kürdistan 1990 (Kurdisan - en internationell koloni)

o Bilim, Resmi Ideoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu 1990 (Vetenskap, den oficiella ideologin, stat, demokrati och den kurdiska frågan)

o Bir Aydin Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1990 (En intellektuell, en organisation och den kurdiska frågan)

o Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi 1990 (Lagen om Tunceli och folkmordet i Dersim)

o Savunmalar 1991 (försvarstal i rättegångar)

 

Översättn. från turkiska: Goran Candan

 

 

 

 

 

 

âkim olanin çikarlari dogrultusunda olgulari görmezden gelen veya tahrif eden resmî ideolojiye karsi bilime, bilim yöntemine öncelik veren Ismail Besikci, bu ideolojinin bütün aygitlarinin ortaklasa gücüyle engellenmeye çalisilan düsün özgürlügünün nasil edinildiginin nevi sahsina münhasir örneklerinden birisidir. Besikci'nin Anilari, 1960'larin sonlarindan günümüze Türkiye'de akademi ve düsün hayatinin olgu körlügünü, muktedir ve ayricalikli cenahin hoyratça saldirilarina ragmen merhamet dilemeden ve magduriyete siginmadan her mecrada ifsa eden müdânâsiz bir yolculugun hafizada kalan notlarindan olusmaktadir. Kendisine her seyin her zaman ve her yerde söylenmemesi, yazilmamasi gerektigini ögütleyen akademisyenligin tersine, olgulara yönelik hassasiyetin yerinde ve zamaninda gösterilmesi gerektiginde israr ettigi için akademiyle yollari erken ayrilan bir düsün insaninin hayatinin satir aralari: arastirmalar, kitaplar, üniversiteden cezaevine, bir cezaevinden bir digerine, türlü türlü mahkeme salonlarinda yargilanmalar ve yargilayan savunmalariyla geçen 17 yildan fazla tutukluluk hallerinin mütevazi bir anlatisi… Abdurrahim Özmen

 

 

 

 

 

…..Halil Ağa ile havalandırmada sık sık bir araya gelir volta atardık. Voltaya Halil Ağa'nın hemşerileri de katılırdı. Cezaevinde, tutuklular, hükümlüler Halil Ağa'ya çok saygı gösterirlerdi. Herkes, Halil Ağa'yı çay-kahve içmeye, yemeğe davet ederdi. Halil Ağa'ya siyasal suçlu olarak çok itibar edilirdi.
Cezaevinde, hırsızlık, yaralama, cinayet, uyuşturucu saticılığı gibi toplumsal suçlarla ilgili olarak bulunan bazı Kürd gençleri de vardı. Halil Ağa'ya gösterilen bu saygı, itibar bu gençleri şaşkına çevirirdi. “Bu adam Türkçe bile bilmiyor, böyle bir kişi nasıl siyasal suçlu olur, Türkçe bile bilmeyen bu adama bu itibar, bu saygı neden?”
Halil Ağa Kürdçe konuşurdu. Bu gençlerin Kürdçeleri yetersizdi veya hiç yoktu. Halil Ağa'nın Kürdçe sorularına cevap veremezlerdi ama Kürdçe konuştuğu için Halil Ağa'yı küçümserlerdi. Bu gençlerle de zaman zaman sohbet ederdik. Duyduklarına şaşar kalırlardı.
s. 83
”Orada bir Amerikan ajanı var. Kürd’den başka bir şey bilmiyor….”
1972 Aralık ayının son günleri veya 1973 yılı, ocak ayinın ilk günleri olacak, yine erkenden havalandırmaya çıkmıştım. Biraz sonra Hikmet'in de cıktığını gördüm. Bir süre beraber volta attik. Gözaltı koguşu tarafında, örgülerin önünde durakladık. Hava biraz soguktu. Ortalkta su, kar birikintileri vardı. Hikmet Bozçalı, Silvan'ı, köylerini, ailesini anlatıyordu. Ben de dikkatle dinliyordum.
Bu arada koğuştan bir kişi daha havalandırmaya çıktı. Hikmet onu gördü ve el işaretiyle, bizim olduğumuz yere çağırdı. Arkadaş geldi ve gelir gelmez Hikmet ona şöyle dedi: “Sen Beşikci'nin Amerikan ajanı olduğunu söylemiştin, işte Beşikci. Beşikci'nin yüzüne de söyle."
Bu lafı duyunca çok şaşırmıştım. Hakkımda böyle şeyler söylendiğini hiç duymamıştım. Söz konusu arkadaşı yakından biliyorum. Ama burada ismini vermeyeceğim. Arkadaş hiçbir şey söyleyemiyordu. Rengi biraz solmuştu. Dudakları biraz kımıldıyor ama bir söz çıkmıyordu. Çok rahatsız oldu, ezildi, büzüldü. Ama Hikmet de üstüne üstüne gidiyordu. "İşte Beşikci, yüzüne de söyle... Ben bu adamı beğeniyorum, değerli bir kişi olarak biliyorum. Eğer Amerikan ajanıysa cezalandıralım, değilse saygı duyalım. Ben bu adama saygı duymak istiyorum." diyordu.
Bu durum karşısında iki bakımdan rahatsız oldum. Bir defa, hakkımda çok olumsuz bir laf edilmiş. İkinci olarak da arkadaşın durumu çok kötüydü. Böylesine ezilip büzülmesi, bir söz söyleyememesi de ayrıca insanı rahatsız ediyordu.
Bu durum karşısında, “Belki bir yanılgı vardır." demeye çalıştım. Bu sôz üzerine Hikmet, "Benim aklım başımda, yanılgı falan yok, bilerek konuşuyorum." dedi. Konuşmasını, arkadaşın yüzüne dönerek şöyle sürdürdü: "Gözaltı koğuşuna ilk getirildiğim akşam, sen şu tel örgünün şu tarafina geldin, birlikte konuştuk. Elinde bir tabak da pilav vardı. Pilavın üstünde et de vardi. Ayrıca bir bardak da ayran vardı. Bana yemek getirmiştin. Ben, arkadaşlarım da var demiştim. Sen onlara da yemek getiririm, demiştin."
Ondan sonra ben sana koğuşu, arkadaşları sordum. Sen, 'İki komün var. Bizim komün iyi, devrimci komün. Bir de Ocak Komünü denen bir komün Onlar iyi değil, orada bir Amerikan ajanı var. Kürd'den başka bir şey bilmyor demiştin. Kim olduğunu sordum, 'Beşikci' demiştin."
Hikmet Bozaçalı, bunları yer göstererek anlatıyor, arkasından da “İşte Beikçi, Beşikiçi'nin yüzüne karşı söyle." diyordu. Arkasından ajan derken dayanaklann neydi, delillerin neydi, onları da söyle." diyordu. Arkadaştan da hiç ses çıkmıyordu.
"Biz Ziya Gökalp'in Torunlarıyız..."
Bu olaydan sonra, arkadaşın, benim hakkımda neden böyle konust gu beni çok meşgul etti. Kendi kendime epey iç sorgulama yaptım. Sonunda şunu buldum: Bir yaz günü yönetim, öğleden sonra, sadece beni ve bu arkadaşı mahkemeye götürmüştü. Bir makaleden dolayı hakkımda soruşturma açılmış, mahkeme ifade aldı. Sonra beni salondan çıkarıp kafese, yani nezaret yerine koydular.
Daha sonra bu arkadaşı salona aldılar. Yaz günü mahkemenin kapısı açık. İçeride konuşulanları siz de duyuyorsunuz. Arkadaşın sesi duyuluyor, duruşma yargıcının sesi daha iyi duyuluyor. Bir ara, Ziya Gökalp sözleri kulağıma gelmeye başladı. O zaman konuşmaları daha dikkatle izlemeye başladım. Arkadaşa bazı mektuplar gösteriyorlar, o da “Ben kişiyi tanımadım. Böyle bir kişiye mektup yazmadım, bu benim yazım değil, vs." diyor. Arkasından da “Biz Ziya Gökalp'in torunlarıyız, Ziya Gökalp'in torunları böyle şeyler yazmaz, vs." diyordu.
Bu laflarn o gün duruşmada çok duydum. Şaşırdım. Bir tarafta Marksizm, enternasyonalizm, sınıf mücadelesi vs. söylemleri, bir tarafta Ziya Gökalp. Şaşırtıcı bir durum.
Duruşmadan sonra, arabada hiç konuşmadan tutukevine kadar geldik. Duruşmada duyduklarımı hiç kimseye söylemedim. Ama arkadaş herhalde, bunu tutukevine yayacağımı düşündü. Kendince bir savunma hazırlıyor, eger tutukevine yayarsam, herhalde, “O zaten Amerikan ajanıdir, lafina güvenilmez vs. diyecekti..
s. 103,104
….Hücreler karanlıktı, elektrik yoktu. Kapıya yakın, en baştaki hücreden bir arkadaşı çıkardılar. Orta yere getirdiler. Hücre kapıları şüphesiz kapalıydı. Ama kilide yakın bir yerde ki bir aralıktan bir ışık sızıyor, giriş kapısı tarafı görülebiliyordu.
Bu arkadaş bir müddet Filistin'de kalmış biriydi. Sabahları havalandırmada, arkadaşlara yakın dövüş tekniklerini, gerilla yöntemlerini öğretiyordu. Filistin'deyken öğrendiklerini arkadaşlara gösteriyordu. Arkadaşları böyle eğitiyordu. Dört beş özel tim mensubu, ortaya aldıkları bu arkadaşı dövmeye başladılar. Kimisi yumruk atıyor, kimisi tekme atıyor, kimisi tüfeğin dipçigiyle vuruyordu. Çok yoğun baskı ve zulüm ortamı vardı. Küfürler, hakaretler de yükseliyordu.
Bu arkadaş, darbe aldıkça, “İmdat!.." diye bağırıyordu. Yumruk üstüne yumruk yedikçe, tekmeyle yere yıkıldıkça, toparlanmaya çalıştıkça, tüfeğin dipçiğiyle karşılaştıkça, "İmdat, beni kurtaran yok mu? yalvarırım vurmayın." diye inliyordu. Ve bütün bunları yüksek sesle, figan içinde yapıyordu.
Bu çok moral bozucu bir durumdu. Kişi olarak bu arkadaştan bir tutum beklemiyordum. Daha dayanıklılık bekliyordum. Arkadaşın bu tutumu ile birlikte hücrelerdeki kırk kişiden hiç ses çıkmaması daha moral borucuydu. Zulmü protesto sesi yükselmiyordu. Zulüm, en baştaki hücreden başlamıştı. Sırayla bütün hücrelere gelecekti.
s.110
……..Bu gürültü patırtı beni çok şaşırtmıştı. Aynı zamanda zihnimde karmakarışık olmuştu. Gürültüden, protestolardan, söylediklerimi de duymuyordum. Bunlara rağmen 7-8 dakika konuşabildim.
Gidip yerime oturdum. Şefik Dündar'a, "Şefik, konuşabildim mi, sen benim konuşmamdan bir şey anladın mi?" dedim. Sefik, "Ismail Abi ben o zaman patırtılı protesto içinde bir de seni döveceklerini düşünüp o manzarayı görmemek için tuvalete gitmiştim." dedi. Sonra anlaşıldi ki bana koruyuculuk yapma düşüncesiyle benimle gelen Şefik, gürültü patırtıdan ürkerek tuvalete kaçmıştı.
s.149
…Bir gün, avukat görüş gününde, öbür avukatlarla birlikte Şerafetin Elçi (1938-2012) de gelmişti... Ekim ayında[1991], TBMM için seçimler yapıl?caktı. Benden adaylığının kabulü konusunda, PKK nezdinde girişimde bulunmamı rica etmişti. Benim bu konularla ilgili pek yeteneğim yok, nasıl yardımcı olabilirdim ki...
s.242
…….Bu arada Şakir Epözdemir beni Ali Rıza Septioğlu'yla tanıştırdı. Ama yazar çizer kavramlarıyla değil, pehlivanlık kavramlarıyla anlatıyordu. Çorumlu pehlivan, hiç yenilmedi, sırtı yere gelmedi. Çorumlu pehlivan lafını da sık sık tekrar ediyordu.
Ali Rıza Septioğlu, bana dönerek şöyle dedi: “Beyefendi, Başbakanlık"a bir uğrasanız, size ev verecektik. Bir imza ile bu durumu hızlandıralım." Çok şaşırdım! Ne başbakanlık ne evi?.. Bu arada Şakir Epözdemir'in de bıyık altından güldüğünü fark ettim. Sonra durum anlaşıldı.
O zaman, Ankara'da Dünya Güreş Şampiyonası varmış. Çorumlu bir güreşçi de bu şampiyonaya katılıyormuş. Çorumlu güreşçi, Kazak, Sırp gibi rakiplerini yenmiş. “Eğer Amerikalı rakibini de yenersen sana ev vereceğiz." denmiş.
Çorumlu güreşçi, ABD'li rakibini de yenmiş altın madalya kazanmış... Pehlivanlık kavramlarını dinleyince, Ali Rıza Septioğlu, benim, altın madalya kazanan güreşçi olduğumu sanmış.
s.341
Mumtaz Kotan’ın annesi Huriye Hanım İskilip'in Çomu Köyü'ndendi. Bir arkadaşla birlikte Huriye anne de İskilip'e geldi. Akrabalarını ziyaret etti. Ama arada geçen uzun yıllar akrabalar arasında çok büyük bir yabancılık yaratmıştı. Aileler arasında ideolojik ayrılıklar da çok belirgindi. Ruhsal bir yakınlaşma gerçekleşmedi. Huriye Hanımın İskilip’teki akrabaları MHP'liydi, Türkçülük yapıyordu. Türkçülük ideologlarından ve bir süre MHPden milletvekili seçilen ve bakan olan Prof. Dr. Haluk Çay, Huriye Hanım in yeğeniydi.
s.364
Ismalil Beşikçi, Anilar, IBV Istanbul, 2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

''Kürdler arasında Caş denen bir toplumsal katagori daha vardı. Bunlar Bağdat'daki merkezi hükümetle işbirliği yapan Kürdlerdi.
Bu Kürdler, Bağdat'daki merkezi hükümetin direktifleri doğrultusunda, özgürlük ve bağımsızlık isteyen Kürdlere karşı, özellikle Barzanlara karşı savaşırlardı. Bunlar devletinde desteğiyle çocuklarını Avrupa'ya, özellikle de İngiltere'ye gönderiyorlardı. Bu öğrenciler İngiltere de tıp,
mühendislik, hukuk vs. tahsili yapıyorlardı.

2005'de yeni Irak anayasası'yla Kürdistan bölgesi yönetimi kuruldu. Kürdistan bölgesel yönetiminin bürokrat kadroları, genel olarak,
Avrupa'da özellikle İngiltere de eğitim görenlerden seçildi. Peşmergeler eğitimli olmadıklarından, bu bürokratik kadrolarda fazla yer almadı.
Avrupa'da, İngiltere gibi ülkelerde eğitim görenler, bir konuda uzman olmuşlardı ama özgürlük bilincine, Kürd, Kürdistan bilincine
sahip değillerdi. Peter Galbraith'in vurguladığı, 'Kürdlerin en kötü düşmanı' kanımca bu kesimlerden oluştu.
Kürdler tahsillerini tamamlayıp Kürdistan'a döndüler ama, çoğu özgürlük ve bağımsızlık bilincine sahip değildi. Bu çok şaşırtıcı bir durumdur.

Kürdlerin İngilizce gibi bir dili çok iyi öğrenmeleri, bilmeleri,
yazmaları bir konuda uzman olmaları şüphesiz önemlidir.
Ama, Kürd / Kürdistan bilinci yoksa bunların bir değeri yoktur.
İngilizce'ye bir kaç dil daha ekle, Kürd / Kürdistan bilinci yoksa,
bunlar bir öneme, bir değere sahip değildir.
Yabancı dil, Kürdlükle birlikte olduğu zaman, Kürdlerin / Kürdistan'ın
çıkarına dönük olarak kullanıldığı zaman değerlidir.
Bu durumdaki Kürdler için, insan, keşke Londra'da değilde Medrese
de okusalardı, demekten kendini alamıyor. O zaman en azından,
Kürdlere hizmet eden, Kürdistan'ın çıkarları için çalışan yurtsever bir Kürd olarak yaşam sürerlerdi.''

 

 

 

 

 

 

Ismail Besikci - A Scientist in Turkish prison

Ismail Besikci, scientist prisoned in 17 years by Turks because of his PhD thesis about Kurds & Kurdistan

Turkish police tortured him and beat his fingers and said: "This fingers must be broken, because they are writing books".

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

________________________________


 

 

 

 

 

 

28 Temmuz 1943
Wan Özalp Geliye Sefo'daki 33 kurşun olayı

33 Kürd'ün Katledilmesi..

Wan'ın Özalp ilçesinde, 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiasıyla 3.ordu komutanı orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emri ile yargısız
olarak kurşuna dizilmesi, 32 masum sivil kürdün alçakça katledilmesi ve bir kişinin de kaçması katliamıdır.

33 kişi gece yarısı evlerinden alınır, karakola götürülür, oradan da İran sınırında Seyfo deresine götürülüp, yargısız, sualsiz kurşuna dizilerek katledilir.

İşgalci-islamcı türk ordusu mazlum, savunmasız, sivil kürd halkı'na benzeri yüzlerce ve hatta binlerce katliamla soykırım provaları uygulamaktadır. Güdülen amaç şudur: kürdlerin tapulu malı olan Kürdistan'ı kürdleri yok ederek veya nüfuslarını asgari düzeye indirerek Kürdistan'a sahip olmaktır. Böyle bir ham hayalin gerçekleşmesi asla mümkün değildir. İşgalci türkler Kürdistan'da vatansızdır ve ebediyen de vatansız kalacaklardır.

“Mustafa Muğlalı tarafından verilen emirle, sivil köylülerin elleri ve gözleri bağlanmıştır. Makinalı tüfeklerle üzerlerine ateş açılmıştır.”

21 Mayıs 1951 tarih ve 5/10-1912- 6/1637 sayılı T.C. Başbakanlık Raporu

33 Kurşun Katliamı,

Van'ın Özalp ilçesinde, 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiası ve 3. Ordu komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmişlerdir.

"Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara..."

Ahmed Arif, 33 Kurşun 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kurdistan & Turkish Colonialism

Date Published: 1991
Pages: 44

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tikla ve Oku

 

 

 

 

 

 

 

Ziman Nasname Netewe

 

 

 

 

 

 

 

 

Kürdistan Üzerinde Emperyalist Bölüşüm Mücadelesi, Ismail Besikci

 

 

 

 

 

 

 

 

Who is ISMAIL BESIKCI  |  Vem är ISMAIL BESIKCI  |  ISMAIL BESIKCI Kî ye



Ismail Besikci was born in 1939 in the town of Corum at the black sea's southern coast. In 1962 he spent 2 years of his life in the Kurdish parts of Anatolia as Turkish soldier when he did military service. He became interested in the Kurds and studied sociology at the Kurdish town of Erzeroms University. Besikci was finished with his training and he wrote his doctoral thesis in 1967. His theories about the region (Kurdistan) social policy issues: the social changes of the Kurdish tribes in eastern Anatolia were published in book form in 1968. Later in 1969 published his second book: Changes in the East - Structural issues of the Kurdish nomadic tribes Alikanas. These books cost him his job at the university and also closer to 17-years in prison.


Last, he was prosecuted and imprisoned in 1993, 2004 for one of his earlier books he had written in 1977: The Scientific Approach 1 - Implementation of Turkey: tvångsförflytning and assimilation of Kurds.


Besikci has been sentenced to more than 200 years' imprisonment and the corresponding million Swedish kronors fines for their books.

Besikci has been monitored by Amnesty International and the International PEN författarklubben carefully. Thanks to these intarnationella organizations, he has finally been released from Turkish prison after having spent nearly 20 years of his life in prison.

Besikci has not given up. Last, he has been in one of his articles in the magazine Serbesti (freedom), gave his views on why Kurdistan division and repression of its Kurds nation.

 

 




A list of some of Dr. Ismail Besikcis works:

o Dogu Mitinglerinin Analizi 1967 (The analysis of demonstrations in the East)
o Dogu Anadolu da Göçebe Kürt Asiretlerinde Toplumsal Degisime 1968 (The social changes of the Kurdish tribes in eastern Anatolia)
o Doguda Degisim ve Yapisal Sorunlar 1969 (Changes in the East and the structural questions)
o Dogu Anadolu nun Düzeni, Sosyo-Ekonomikas ve Etnik Temeller1969 (The order in Eastern Anatolia, the socio-economic and ethnic grounds)
o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 1 Kürtlerin Mecburi Iskani 1977 (The scientific method - Implementation of Turkey 1: tvångsförflytning and assimilation of the Kurds)
o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 2 Türk Tarih Tezi, Günes Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, 1978 (The scientific method - Implementation of Turkey 2 - The Turkish historietesen, Solspråksteorin and the Kurdish question)
o Bilim Yöntemi, Türkiye the ki Uygulama 3 cumhuriyet Halk Firkasinin tüzügü ve Kürt Sorunu 1978 (The scientific method - Implementation of Turkey 3 - The statutes of the Republican People's Party and the Kurdish question)
o Devletlerarasi Sömürge Kürdistan 1990 (Kurdisan - An international colony)
o Bilim, Resmi Ideoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu 1990 (Science, The oficiella ideology, state, democracy and the Kurdish question)
o Bir Aydin Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1990 (An intellectual, an organization and the Kurdish question)
o Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi 1990 (Act on Tunceli and genocide in Dersim)
o Savunmalar 1991 (Defence Speach in trials)

 

 

 

 



Globe interviews Ismael Besikci

(Click to read)


* * *


Ismail Besikci sala 1939 li bajarê Çorûmê yê li ber parava başûrî ya Behra Reş hatiye dunyayê. Li sala1962 du sal ji jiyana xwe li bakurê Kurdistanê wek leşkerekî tirk derbas kir gava li nav artêşa tirk leşker bû. Hişê wî çû ser kurdan û li zanistgeha bajarê Kurdistanê li Erzeromê civaknasî (sosyolojî) xwend. Besikçi sala1967 xwendina xwe bir serî. Tezên wî behsa pirsên civakî yên herêmê (Kurdistanê) dikir: Pirtûka wî ya bi navê Li Rohilata Anatoliyê Guhertinên Civakiya li nav Êlên Kurdan sala 1968ê weşiya. Paşê li sala 1969ê pirtûka wî ya din a bi navê Guhertinên Li Rohilatê- Û Gelşên Bingehînî yên eşîra Alikan Ev berhemên wî bûn sedem ku ji karê xwe yê li zanistgehê were derxistin û di ser de jî8 17 salan zindanî bibe..

Herî dawîn li sala 1993, 2004an bo pirtûkên xwe yên ku sala 1977ê nivîsîbû hat girtin: Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 1, Bişaftin û Ajotina Kurdan ji nav Kurdistanê.

Besikci bo van pirtûkên xwe bêhtirî 200 salan ceza wergirtiye û ewçend jî cezaya diravî lê hatiye birîn.

Besikci ji hêla Amnesti International Yekîtiya Nivîskara a Nevnetewî PEN'ê bi taybetî hayiye parastin. Bi xêra van rêxistinên navnetewî piştî nêzîkê 20 salan ji zindana tirkan hatiye derxistin.

Besikci dest ji doza xwe ne berdaye. Herî dawîn li rojnameya Serbestî'yê gotaran nivîsî û dîıtina xwe ya derbareya parçekirina Kurdistanê û çewsandina neteweya kurd dîsan derbirî.

 

 




Berhemên Dr Ismail Besikci :

o Dogu Mitinglerinin Analizi 1967 (Analîza Numayisên Li Rohilatê)

o Dogu Anadolu da Göçebe Kürt Asiretlerinde Toplumsal Degisime 1968 (Li Rohilata Anatoliyê Guhertinên Civakiya li nav Êlên Kurdan)

o Doguda Degisim ve Yapisal Sorunlar 1969 (Guhertinên Li Rohilatê û Gelsên Avahiya Bingehînî)

o Dogu Anadolu nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller 1969 (Rêkiya Rohilata Anatoliyê û Bingehên Civakî - Aborî û Etnîkî)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 1 Kürtlerin Mecburi Iskani 1977 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 1, Bişaftin û Ajotina Kurdan ji nav Kurdistanê)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 2 Türk Tarih Tezi, Günes Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, 1978 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 2, Teza Tirkî ya li ser Mêjûyê, Teoriya zimanê Hetavî û Pirsa Kurdî)

o Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 3 cumhuriyet Halk Firkasinin tüzügü ve Kürt Sorunu 1978 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 3, – Destûra Cumhuriyet Halk Firkasi û Pirsa Kurdî)

o Devletlerarasi Sömürge Kürdistan 1990 (Kurdisan - Dagîrgeha Navnetewî)

o Bilim, Resmi Ideoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu 1990 (Zanist, îdeolojiya Fermî, Dewlet, Demokratî û Pirsa Kurdî)

o Bir Aydin Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1990 (Rewsenbîrek, Rêxistinek û Pirsa Kurdî)

o Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi 1990 (Qanûna Tunceliyê û Tevkustina Dersîmê)

o Savunmalar 1991 (Parastina Ramyarî li Dadgehan)

o Kürt Aydini üzerine Düsünceler (Çend Hizrên Li Ser Rewsenbîrê Kurd)


* * *

 

 

Berhemên Dr Ismail Besikci :

o Dogu Mitinglerinin Analizi 1967 (Analîza Numayisên Li Rohilatê)

o Dogu Anadolu da Göçebe Kürt Asiretlerinde Toplumsal Degisime 1968 (Li Rohilata Anatoliyê Guhertinên Civakiya li nav Êlên Kurdan)

o Doguda Degisim ve Yapisal Sorunlar 1969 (Guhertinên Li Rohilatê û Gelsên Avahiya Bingehînî)

o Dogu Anadolu nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller 1969 (Rêkiya Rohilata Anatoliyê û Bingehên Civakî - Aborî û Etnîkî)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 1 Kürtlerin Mecburi Iskani 1977 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 1, Ajotina Kurdan ji nav Kurdistanê)

o Bilim Yöntemi, Türkiye'deki Uygulama 2 Türk Tarih Tezi, Günes Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, 1978 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 2, Teza Tirkî ya li ser Mêjûyê, Teoriya zimanê Hetavî û Pirsa Kurdî)

o Bilim Yöntemi, Türkiye de ki Uygulama 3 cumhuriyet Halk Firkasinin tüzügü ve Kürt Sorunu 1978 (Azîneya Zanistî û pêkhanînên li Tirkiyê - 3, – Destûra Cumhuriyet Halk Firkasi û Pirsa Kurdî)

o Devletlerarasi Sömürge Kürdistan 1990 (Kurdisan - Dagîrgeha Navnetewî)

o Bilim, Resmi Ideoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu 1990 (Zanist, îdeolojiya Fermî, Dewlet, Demokratî û Pirsa Kurdî)

o Bir Aydin Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1990 (Rewsenbîrek, Rêxistinek û Pirsa Kurdî)

o Tunceli Kanunu ve Dersîm Jenosidi 1990 (Qanûna Tunceliyê û Tevkustina Dersîmê)

o Savunmalar 1991 (Parastina Ramyarî li Dadgehan)

o Kürt Aydini üzerine Düsünceler (Çend Hizrên Li Ser Rewsenbîrê Kurd)

 

 

 

 

 

ABOUT THE LEGAL AND THE ETHICAL FOUNDATIONS FOR THE RIGHT OF KURDISH PEOPLE FOR AN INDEPENDENT STATE AND SELF DETERMINATION

 



About the Interview with Taner Akcam

by
Dr Ismail Besikci:

At the Journal of Taraf an interview of Taner Akcam published by Nese Düzel, at March 12-14th 2012. Surprised I read this interview. The same Taner Akcam who is critisizing Ergenekon during the time that Hrant Dink became murdered and during the law processing of the Hrant Dink case, he was very decided in his criticism of the [Turkish nationalistic] policies of Ergenekon and policies of Ergenekon since Ittihat-Teraki, but when it comes to Kurds, he is just adopting Ergenekon policies and actions against the Kurdish people and trying to scare the Kurds with saying: "the Kurds should accept the individual rights, do not ask for more, or mess turns into a bloodbath." This is literally a discourse of Ergenekon.

"Autonomy is the search for solutions to ethnic basis. This is the core of the nation state. A light state. Such solution leads to a completely bloodbath in the region."

"A solution around the autonomy, is as well as to prepare the way for mass killings between both the Turks and Kurds and Kurds and the Turkish state."

"Ethnicity is basically split in the country leads to massacres."

"The world now does not allow the establishment of nation states."

Why, when Kurds, the Kurdish society, demand their rights of being a nation, mess is turning into a bloodbath? In fact, why occupying the natural rights of the Kurds does not require criticism of the state? It is also clear that this is a racistic and colonialistic attitude. That Taner Akcam does not directing any criticism against the state for that matter, as well as against the officiall ideology, but he is trying to scare the Kurds who are seeking for their natural rights. He is trying to discourage Kurds to reach their rights claims a remarkable attitude.

Taner Akcam saying in this interview that "the world now does not allow the establishment of nation states." This is not a proper assessment. It beguile Kurds, it is fabricated by Turkish intellectuals to blur the vision of the Kurds. In this matter, a very important part of the Turkish intellectuals are staying at the side of their racistic and colonialistic state.

Just last year, in 2011, South Sudan, separated from Sudan, and established their own independent state. Kosovo and Montenegro, leaving Serbia to set up their own nation states a few years ago. The international community showing intensive efforts for Palestinian Arabs to be rescued from the dominion of the Israel and to establish their own independent state. This policy is also supported by both Arab states and European states. Eritrea separated from Ethiopia to establish their own independent state for not longer than 20 years ago.

204 states took part in the 2004 Athens Olympics. 206 states took part in the 2008 Beijing Olympics. It is known that the participant states of the 2012 London Olympics will be several more. What does that indicate? It shows that nation-states sprung up over the time. In international relations, the "brotherhood" process can only takes place in a such environment. Without equal rights and sovereignity to nations, the"unity" can not happening among the international community.

There are 208 state in the world today and 192 of them are members of the United Nations. Maybe the population of 40 of these states, is under 1 million pople. Globally, there are even states that their populations expressed in one thousand, ten thousands, 30 thousand people. There are 47 members of The Council of Europe, Andora, San Marino, Monaco, Liechtenstein and the population of these states are arround 30 thousands, 40 thaousands peoples. This states are also the members of the United Nations. In the European Union with it's 27 members, are the populations of such states like Luxemburg, Malta and Cyprus, under a million populations. Luxemburg and Malta have populations of around half a million. Greeks in Cyprus plus Turks are a million population together. In the EU; Slovenia, Sovakya, Estonia and states such as Latvia, Lithuania, has a population of 2-3 million. But the Kurds with their more than 40 million inhabitants in the Middle East, are without a valid status in the international relations. In Southern Kurdistan, the situation of the Kurdistan Regional Government also is need to assess separately.

In the EU, only populations of Germany, France, Italy, Britain and Spain is more than the total population of the Kurds in the Middle East. Maybe, Poland has a population equal to the population of Kurds. In the EU, the populations of the remaining 13 states, as Belgium, Netherlands, Denmark, Greece, Portugal, Ireland, Bulgaria, Romania, Austria, Hungary, Sweden, Finland, the Czech Republic is not half of the total population of the Kurds in the Middle East and in some places not even one-third part of it.

Nevertheless, despite the large population, that Kurds are not given any status, Kurds, are still lack of their civil rights, law, justice, freedom, equality, but they are always mentioned in the concepts of "terrorism", is not an issue which is away from the attentions. On the other hand, width of earth of some of these countries is not even bigger than a single city of Kurdistan.

How these anti-Kurdish policies is established and how these satanic games started against the Kurds than is an important subject.

The Kurds and Kurdistan is divided, fragmented and shared in the 1920s, in the period of the League of Nations. Two imperial states of the era; Great Britain and France, who are the important powers who organized this project. Great Britain and France who make up this project, have been in partnership with Turkish, Arabic and Persian rules in the Near East and Middle East. Two leading imperial states in the world; The Great Britain and France, with two well-established states of the Middle East, the Republic of Turkey as a continuation of the Ottoman Empire, and Iran as the Persian Empire of the Shah Kingdom, have together and well organized attacked Kurds and Kurdistan.

In the 1920s, the League of Nations, has been established for such purposes as for keeping peace among the nations, for to find a road of peaceful solution of disputes. But Kurdistan and the Kurds, has been divided and shared in such an atmosphere. The Kurds and Kurdistan, divided, fragmented, and shared by the leaders of the Soviet Union, the U.S. president Woodrow Wilson, at a time, when most nations are spoken right to determine their own future.

League of Nations have not done what is expected of it regarding the establishment of international peace. The outbreak of the Second World War has not prevented by League of Nations. The international community has spent efforts to establish peace after the war, and United Nations was established.

After installing and running the United Nations, has been many changes on the surface of the political world. For example, before the Second World War in Africa, there were only two independent states. In the late 1950s and in the 1960s this number has increased. There are 57 independent states in Africa today. But, nothing has changed in Kurdistan. For Kurds and Kurdistan being without any status just continued. But in the 1920s, in the 1940s the Kurds were also up. Sheikh Mahmud Barzanji in the 1920s in the Southern Kurdistan, Qadi Muhammad in the 1940s in the Eastern Kurdistan started the Kurdish national movement. But, neither in the 1920s, nor in the 1940s, the Kurds did not manage rise their voice to the international community. The colonial status of the Kurds and Kurdistan, the structure of being an interstate colony, don't having any status maintained the same. The international community was in an intensive effort to maintain this status.

Nese Duzel asks to Prof. Dr. Taner Akcam: "Why the Kurds could not create a democratic movement?", "Many long years have passed. Why the Kurds still could not create a democratic movement?" I think these kind of questions are not correct. The basic question is: "Why Turkey can not create a democratic political system?!" "Turkey, despite the long years have passed why could not create a democratic political regime"

Prof. Taner Akcam, did not bring a criticism against the state which persecuted the Kurds, did not bring a tiny criticism against the cruel policies and the official ideology of these states against Kurds. He brings critisism against the rights of the Kurds which are the natural rights being the Kurdish society, which are natural rights being the Kurdish nation. The Kurds being criticized for claiming their rights. The Kurds, on behalf of the state being frightened to demand rights. They are being warned to demand beyond individual rights.

The basic question above was about dividing, sharing Kurds/Kurdistan in the 1920s. When the International statute, do not start an inquiry about the understanding of these issues, is this a remarkable attitude by Prof. Taner Akcam. In the face of demands for rights, law, justice, freedom, equality, to make the emphasis such as "turns into ocean of blood, "the blood will float and take bodies with it", is to use the language of the state, the language of Ergenekon and this is a surprising situation. The problem is tied just at this point. Emphasized how demands for natural claims of rights and justice, freedom turn to a "blood bath" mess. Do not we need to criticize this anti-democratic attitude of the state, criticize this official ideology of the sate than? Why claims of natural rights cause, "blood bath"? These questions must be asked at the same time to Nese Duzel too.

Do not recognize the rights of Kurds and do not recognize the rights to determine their future is to say "I will any way rule over the Kurds" This is saying as, Recep Marasli says, "is an understanding that Kurds is a property of the Turks." The important thing is to prepare social and political environment in which the Kurds freely determine their future. Kurds knows by self which political system work they will establish. To intervene Kurds on these issues, and to trying to play big brother is wrong.

Kurds/Kurdistan's division and fragmentation and sharing in the period of the League of Nations, in the 1920s, shows us that; when a society, a nation is divided and shared during a particular period of history, this situation is producing itself continuously to a process that creates duplicates. This process, brings the division of the national territory, as well as increasingly the division of tribes, families, or even the division of the brothers in the family. The incident which occurred in Ozalp district of Van in July 1943, called "33 bullets, General Mustafa Muglali Incident" and the incident which is happened in Qilaban's district in Robeske at the end of December 2011 where 34 Kurds murdered by bombs dropped from aircrafts, is some of the dramatically examples of this situation.

Kurds/Kurdistan, de facto are fragmented and shared between the Ottoman and Persian Empires at the first first quarter of 16th century. This case were formalized in the first half of the 17th century by the Treaty of Kasr-i Sirin in 1639. Iranian part of Kurdistan is divided into 1812-1813 and 1826-1828 in the process of the Russo-Persian wars. Northern parts of the Eastern Kurdistan were under the control of the Russian Empire.

The division, fragmentation and splitting of Kurds/Kurdistan during The League of Nations in the 1920s ïs until then the third time of division. This case has created an impact on Kurds such as disintegration of a human skeleton, such as smashing the human brain. The division, fragmentation, and splitting is not only the Kurds problem. This is for example the problem of the Armenians too. It should not be forgotten that Armenia too is divided, splitted and shared by, Ottoman Empire, Russian Empire and the Persian Empire.

The Red Kurdistan Republic situated between Karabakh and Armenia which existed during the years 1923-1928 is an importrand example. The Red Kurdistan Republic which was established on the land area of Lachin, Kelbajar, Kubatli, Cebrail and Zengilan, how was destroyed, why was destroyed, Why, people of this republic were exiled to areas of the Turkish republics in Central Asia? These are the important issues and of course should be emphasized. This is a different perspective of to be divided, splitted and shared.

There are very intensive relations between the Kurdish/Kurdistan issue and the Armenian/ Armenia, Assyrian, Greek-Pontus issues. This should be a separate subject of the article.

Here, more useful is to pay attention on an important subject. It is the following: Why the Turkish intellectual Taner Akcam, The Proffesor Dr. Taner Akcam is so inconsistent in front of the Kurds/Kurdistan issue? Why in murdering Hrant Dink, in the Hrant Dink case, in issue of Armenians/Armenia, Ergenekon is being criticised, but when it comes to Kurds/Kurdistan issue the discourse of Ergenekon is being adopted and internalized?

The main reason of this situation is that the Kurdish intellectuals, are not enough sensitive, in especially to defence their natural rights, they are not enough telling their naturaly rights of being the Kurdish society Kurdish nation, but they are instead being fooled by the false "brotherhood" discourses. But, the future generations of Kurds will not do this.They will be more sensitive and persistent. for demands of law, justice, freedom, equality for the Kurds. This is clear.

 

Dr Ismail Besikci

 

 

 

 

A scientist 17 years in awful Turkish prison

 

 

 

EXPLANATIONS by Translater:

Taner Akcam: The former leader of the leftist Turkish Revolutionary Youth in Turkey at the end of the 1960ies and begining of the 1970ies. Today he is working as lecturer at an American university: Clark University. "A Regis Debray of the Turkish leftist movement."

Ergenekon: A secret Turkish nationalistic terror organization which is established by both highest Turkish army generals and highest Turkish state members/breaucrats in the moden time. This armed Turkish terror organization fighted against Kurdish freedom by capturing and murdering the members and activists of the Kurdish democracy and freedom movements.

Ittihat-Teraki: A secret Turkish nationalistic terror organization which is builded by leading Ottoman Turkish military leaders in Tseloniki (Greece) in the begining of the 19th century to be able to strike at freedom demanding peoples who forced to live in the Ottoman Empire - a prison of peoples.

 

Translated into English by Goran Candan

 

 

 

 

 

 

Taner Akçam Röportajı Üzerine

Taraf Gazetesi’nde, 12-14 Mart 2012 tarihleri arasında, Neşe Düzel’in Taner Akçam’la yaptığı bir röportaj yayımlandı. Bu röportajı şaşırarak okudum. Hrant Dink’in katledilmesinde, Hrant Dink Davası’nda, Ergenekon’u eleştiren, İttihat ve Terakki’den bu yana, Ergenekon politikalarına şiddetle kaşı çıkan Taner Akçam, konu Kürdler olduğunda Ergenekon politikalarını ve uygulamalarını aynen benimseyerek Kürdleri korkutmaya çalışıyordu. “Bireysel haklarla yetinin, daha fazlasını istemeyin, yoksa ortalık kan gölüne döner” diyordu. Bu tam anlamıyla Ergenekon söylemidir.

“Özerklik, etnik temelde çözüm arayışıdır. Bu, ulus devletin çekirdeğidir. Light devlettir bu. Böyle bir çözümle bölgede kan gövdeyi götürür.”

“Otonomi çevresinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısaca, özerk bölge kurulması çatışma getirir.”

“Etnik temelde bölünme, ülkede katliamlara yol açar.”

“Dünya, ulus devletlerin kurulmasına artık izin vermiyor.”

Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarını talep etmeleri neden ortalığı kan gölüne çeviriyor. Aslında, Kürdlerin, doğal haklarını gaspeden devletin eleştirilmesini gerektirmez mi? Bu tutumun ırkçı sömürgeci bir tutum olduğu da çok açıktır. Taner Akçam’ın, bu konuda, devlete, resmi ideolojiye hiçbir eleştiri yönetmemesi, doğal haklarını talep eden Kürdleri korkutmaya çalışarak, bu taleplerinden vazgeçmelerini istemesi dikkate değer bir tutumdur.

Taner Akçam, röportajda “dünya ulus devletlerin kurulmasına artık izin vermiyor” diyor.
Bu da sağlıklı bir değerlendirme değildir. Bu, Kürdlerin aklını çelmek, Kürdlerin zihnini bulandırmak için imal edilmiş bir Türk aydın görüşüdür. Bu konuda, Türk aydınlarının çok önemli bir kısmi, ırkçı, sömürgeci devletin yanında yer tutmaktadır.

Henüz geçen yıl 2011 de, Güney Sudan, Sudan’dan ayrılıp kendi bağımsız devletini kurdu. Kosova ve Karadağ, birkaç yıl önce, Sırbistan’dan ayrılıp kendi ulus devletlerini kurdular. Filistinli Arapların İsrail egemenliğinden kurtarılıp kendi bağımsız devletlerini kurmaları için uluslar arası camia yoğun bir çaba içinde. Bunu, Arap devletleri de, Avrupa devletleri de destekliyor. Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılıp kendi bağımsız devletin kurması 20 yılı bile bulmadı.

2004 Atina Olimpiyatları’na 204 devlet katılmıştı. 2008 Pekin Olimpiyatları’na 206 devlet katıldı. 2012 Londra Olimpiyatları’na daha çok devletin katılacağı biliniyor. Bu neyi gösteriyor? Ulus devletlerin zamanla çoğaldığını gösteriyor. Uluslar arası ilişkilerde, “kardeşlik” denen süreç de ancak ancak, böyle bir ortamda gerçekleşir. Uluslar, eşit egemenlik haklarına sahip olmadan, “birlik-bütünlük” gerçekleşmiyor.

Dünyada bugün 208 devlet var, Bunlardan 192 si Birleşmiş Milletler üyesi. Bu devletlerden, belki 40’ının nüfusu bir milyonun altındadır. Dünyada, nüfusu bin, onbin, 30 bin rakamlarıyla ifade edilen devletler bile vardır. 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, Andora, San Marino, Monaco, Liechtenstein nüfusları 30 bin, 40 bin civarında olan devletlerdir. Bu devletler Birleşmiş Milletler’in de üyesidir. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Luxemburg, Malta, Kıbrıs gibi devletlerin nüfusu bir milyonun altındadır. Luxemburg’un ve Malta’nın yarım milyon civarında nüfusları vardır. Kıbrıs’ta, Rumlar artı Türkler bir milyon etmemektedir. AB’de, Slovenya, Sovakya, Estonya, Letonya, Litvanya, gibi devletler, 2-3 milyon nüfusa sahip olan devletlerdir. Kürdlerse, Ortadoğu’da 40 milyondan fazla nüfusuyla, uluslararası ilişkilerde geçerli olan bir statüye sahip değildir. Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin durumunu ayrıca değerlendirmek gerekir.

AB’de, sadece, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’nın nüfusu, Kürdlerin Ortadoğu’daki toplam nüfuslarında fazladır. Belki, Polonya’nın Kürdlerin nüfusuna eşit bir nüfusu vardır. AB’de, geriye kalan 13 devletin, Belçika, Hollanda, Danimarka, Yunanistan, Portekiz, İrlanda, Bulgaristan, Romanya, Avusturya, Macaristan, İsveç, Finlandiya, Çekya gibi devletlerin nüfusları Kürdlerin Ortadoğu’daki toplam nüfusunun yarısı, bazı yerlerde, üçte biri bile değildir.

Bütün bunlara rağmen, bu kadar büyük nüfusuna rağmen, Kürdlerin bir statüsünün olmaması, Kürdlerin, hala, hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik talepleriyle değil, “terör” kavramlarıyla, değerlendirilmesi dikkatlerden uzak bir konu değildir. Öte yandan, bu ülkelerden bazılarının sahip olduğu toprak genişliği, Kürdistan’ın bir beldesi kadar bile değildir.

O zaman bu anti-Kürd politikaların nasıl oluştuğu, Kürdlerin başına neden lanetli bir çorap geçirildiği elbette önemli bir konu olmaktadır.

Kürdler ve Kürdistan, 1920’lerde, Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) döneminde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Dönemin iki emperyal devleti, Büyük Britanya ve Fransa, bu projeyi oluşturan ve yaşama geçiren iki önemli güçtür. Bu projeyi oluşturan ve yaşama geçiren Büyük Britanya ve Fransa, Yakındoğu’daki ve Ortadoğu’daki Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği içinde olmuştur. Dünyada önde gelen iki emperyal devlet Büyük Britanya ve Fransa ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu’nun devamı olarak Yeni İran Şahlığı, birlikte ve organize bir şekilde Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardır.

1920’lerde, Milletler Cemiyeti, uluslar arasında barışın kurulması, anlaşmazlıkların barışçıl yollara çözülmesi gibi amaçlarla kurulmuştur. Kürdistan ve Kürdler, böyle bir ortamda, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürdler ve Kürdistan, Sovyetler Birliği liderleri tarafından, ABD başkanı, Woodrow Wilson tarafından, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkının en çok konuşulduğu bir dönemde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır.

Milletler Cemiyeti, uluslar arası barışın kurulması konusunda kendisinden beklenenleri gerçekleştirememiş, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine engel olamamıştır. Uluslar arası camia, savaştan sonra, uluslar arası barışı kurmak için yine çaba harcamış,Birleşmiş Milletler böyle kurulmuştur.

Birleşmiş Milletler kurulduktan ve çalışmaya başladıktan sonra, dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler olmuştur. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Afrika’da, sadece iki bağımsız devlet vardı. 1950’lerin sonlarında, 1960’larda bu sayı arttı. Bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var. Ama, Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi. Kürdlerin, Kürdistan’ın statüsüzlüğü aynen devam etti. Halbuki Kürdler, 1920’lerde de, 1940’larda da ayaktaydı. 1920’lerde, Şeyh Mahmud Berzenci, Güney Kürdistan’da, 1940’larda Kadı Muhammed, Doğu Kürdistan’da, Kürd milli hareketi yaratmışlardı. Ama, ne 1920’lerde, ne 1940’larda, Kürdler seslerini uluslararası camiaya duyuramadılar. Kürdlerin, Kürdistan’ın devletlerarası sömürge durumu, statüsüzlüğü, sömürge bile olmayan yapısı aynen korundu. Uluslar arası camia bu durumu korumak için yoğun bir çaba içinde oldu.

Neşe Düzel, Prof. Dr. Taner Akçam’a soruyor: “Neden Kürdler, demokratik bir hareket yaratamadı?” “Aradan uzun yıllar geçti. Neden Kürdler hala demokratik bir hareket yaratamadı?” Bu sorular kanımca yanlıştır. Temel soru şu olmalıdır: “Neden Türkiye demokratik bir siyasal sistem oluşturamıyor? “Türkiye, aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen neden demokratik bir siyasal rejim oluşturamadı”

Prof. Taner Akçam, Kürdlere zulmeden devlete, zulümkar devlet politikalarına, resmi ideolojiye küçücük bir eleştiri bile getirmemiş. Kürd toplumu olmaktan doğan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarını talep eden Kürdler eleştiriliyor. Kürdler, devlet adına korkutularak, bireysel hakların ötesinde hak talebinde bulunmamaları konusunda uyarılıyor.

Yukarıda temel sorunun, Kürdlerin/Kürdistan’ın, 1920’lerde bölünmesiyle, parçalanmasıyla, paylaşılmasıyla ilgili olduğu vurgulanmıştı. Uluslar arası nizamın, bu konulardaki anlayışıyla ilgili bir sorgulama yapmaması, Prof. Taner Akçam’ın dikkate değer bir tutumudur. Hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik istemleri karşısında, “ortalık kan deryasına döner”, “kan gövdeyi götürür” vurgusu yapmak, devletin dilini, Ergenekon’un dilini kullanmak şaşırtıcı bir durumdur. Sorun tam da bu noktada düğümlenmektedir. Doğal istemlerin, hak-hukuk istemlerinin, adalet, özgürlük istemlerinin ortalığı “kan gölü”ne çevireceği vurgulanıyor. O zaman, devletteki, resmi ideolojideki bu anti-demokratik tutumun eleştirisi gerekmez mi? Doğal hak istemleri neden, “kan gölü” “kan deryası” ortaya çıkarıyor? Bunlar aynı zamanda Neşe Düzel’e de sorulması gereken sorular olmalıdır.

Kürdlerin geleceklerini belirleme haklarını tanımayıp, “Kürdü ille de ben yöneteceğim” demek, Recep Maraşlı’nın dediği gibi, Kürd’ü, Türk’e zimmetli sayan bir anlayıştır. Önemli olan Kürdlerin geleceklerin özgürce belirleyecekleri toplumsal ve siyasal ortamın hazırlanmasıdır. Kürdlerin nasıl bir siyasal sistem oluşturacakları Kürdlerin bileceği bir iştir.
Bu konularda Kürdlere müdahale etmek, ağabeylik yapmaya çalışmak yanlıştır.

Kürdlerin/Kürdistan’ın 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması bize şunu gösteriyor. Bir toplum, bir ulus, tarihin belirli bir döneminde bölünmeye, paylaşılmaya uğradığı zaman, bu, artık kendini sürekli olarak üreten, çoğaltan bir süreç. yaratmaktadır. Şüreç, ülke topraklarının bölünmesi yanında, giderek, aşiretlerin, ailelerin bölünmesini, hatta, aynı aile içinde kardeşlerin bölünmesini de getirmektedir. Temmuz 1943 de, Van’ın Özalp İlçesi’nde meydana gelen, “33 Kurşun, Org. Mustafa Muğlalı Olayı”, Aralık 2011 sonlarında, Qılaban’da Robeske’de gerşekleşen 34 Kürdün uçaklarla bombalanarak katledilmesi olayı bu durumun çarpıcı örnekleridir.

Kürdler/Kürdistan ilk olarak 16, yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasında fiilen bölünmüş ve paylaşılmıştır. Bu durum 17. yüzyılın ilk yarısında, 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla resmileşmiştir. İran kesimindeki Kürdistan ise 1812-1813 ve 1826-1828 Rus-İran savaşları sürecinde bölünmüştür. Doğu Kürdistan’ın kuzey kesimleri Rus İmparatorluğu’nun denetimi altına bırakılmıştır.

1920’lerde Milletler Cemiyeti döneminde bölünme, parçalanma ve paylaşılma Kürdlerin, Kürdistan’ın üçüncü bölünmesidir, paylaşılmasıdır. Bu durum, Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma sadece Kürdlerin değil, örneğin Ermenilerin de sorunudur. Ermenilerin, Ermenistan’ın, Osmanlı İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, İran İmparatorluğu arasında bölünmesi ve paylaşılması dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir süreçtir.

1923-1928 yılları arasında, yaşayan, Karabağ ile Ermenistan arasında yer alan Kızıl Kürdistan yine dikkate değer bir örnektir. Laçin, Qelbecer, Kubatlı, Cebrail, Zengilan toprakları üzerinde kurulan Kızıl Kürdistan’ın nasıl yıkıldığı, neden yıkıldığı, Kürdlerin neden, Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetlerin alanlarına sürgün edildikleri, elbette üzerinde durulması gereken, önemli konulardır. Bu da, bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanı, farklı bir boyutudur.

Kürd/Kürdistan sorunu ile Ermeni/Ermenistan, Süryani, Rum-Pontus sorunu arasında çok yoğun ilişkiler de vardır. Bu, ayrı bir yazının konusu olmalıdır.

Burada, önemli bir konuya daha dikkat çekmekte yarar vardır. O da şu. Türk aydını Taner Akçam, Prof. Dr. Taner Akçam Kürdler karşısında, Kürd/Kürdistan sorunları karşısında neden bu kadar futursuzdur? Neden, Hrant Dink’in katledilmesinde, Hrant Dink Davası’nda, Ermeni, Ermenistan sorunlarında, Ergenekon eleştirilirken, Kürdler gündeme geldiği zaman, Ergenekon söylemi benimsenmekte, içselleştirilmektedir.

Bunun temel nedeni, Kürdlerin, özellikle Kürd aydınlarının kendi özleri konusunda, Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan hakları karşısında duyarlı davranmamaları, “kardeşlik” söylemine kanmalarıdır. Ama, gelecek Kürd nesilleri böyle olmayacaktır. Onlar, Kürdlerin hak-hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik istemleri karşısında daha duyarlı, daha ısrarlı olacaklardır. Bu çok açıktır.

Dr İsmail Beşikçi

 

* * *

 

 

 

 

 

 

 

 

A scientist 17 years in awful Turkish prison

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dr Ismail Beşikçi Isveç Parlamentosu'nda konuştu:

 

Besikci: “Yirmi birinci yüzyilin Kürtlerin hakka hukuka ve bugünkü kazanimlarindan daha fazlasina sahip olacaklari aydinlik bir yüz yil olacagini söyleyebilirim”

Isveç-Kürt Parlamenterler Grubu’nun Isveç parlamentosunda organize ettigi toplantiya katilan sosyolog ve yazar Ismail Besikci Kürt sorununun tarihsel boyutu ve çözümü üzerine görüslerini açikladi. Kürt sorunu ve Türkiye konusunda partilerinin siyasetlerini belirleyen ve parlamentoda grubu bulunan partilerden milletvekillerinin katildigi toplantiyi ayrica Isveç ve Kürt basinindan yogun bir ilgi oldugu gözlendi.

Isveç parlamentosunun Kürt sorunu karsisindaki duyarliliginin Kürt-Kürdistan sorununun uluslararasi düzlemede tartisilmasi anlaminda olumlu etkisinin oldugunu belirten Besikci, Kürt sorununun sadece Türkiye, Irak, Iran ve Suriye’nin bir sorunu olmadigini, Ortadogu’nun bir problemi oldugunu söyledi.

Sorunun kaynaginda Kürdistan’in sahip oldugu yeralti ve yerüstü kaynaklarinin paylasimi yatmaktadir diyen Besikçi, Kürdistan’i paylasan dört yerel devletin disinda Ingiltere, Fransa, Rusya ve Amerika sorunun aktörleridir dedi. Birinci ve Ikinci Dünya Savaslari ardindan Kürtlerin çabalarina ragmen hiçbir statü elde edemediklerini belirten Besikci, bu statünün kismi de olsa yavas yavas dis faktörler ve Kürtlerin çabalariyla kirilmaya çalisildigini ifade etti.

Uluslararasi anti-Kürt nizam elestirilmelidir

Sorun elli milyondan fazla bir ulusun statü sahibi, kendilerini yönetememe ve devlet olmama sorunudur diyen Besikci, bu açidan Kürt sorununun çözümü çok geciktigi için durmadan zorlasan ve çarpiklasan bir duruma dönüsmüstür tespitinde bulundu.

Dünyada Kürtlere karsi anti-Kürt, uluslararasi bir nizamin oldugunu bu nizamin Kürdistan’i paylasan devletler ve uluslararasi kurumlar tarafindan olusturuldugunun bilincine varilarak elestirilmelidir diyen Besikci, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklari için mücadeleleri “terörle” esdeger olarak anilmasi anti-Kürt nizamin bir sonucudur dedi.

Isveç devletinin yirmi dört yil aradan sonra 2012’de Kürtlere karsi Irak’ta soykirim uygulandigi kararinin geç alinmis bir karar oldugunu elestiren Besikci, kararin Kürtlerin yogun baskilari ve uzun mücadeleleri sonucu Isveç parlamentosunda kabul edildigini söyledi.

Besikci konusmasinda “kirk yedi üyeli Avrupa Konseyi’ne bagli dört devlet, Andora, Liechtenstein, San Marino ve Monako’nun nüfuslarinin kirk ile elli bin arasi ve Birlesmis Milletler Üyesi olduklari fakat elli milyonluk bir Kürt nüfusun uluslararasi düzeyde hiç bir statüsü yok, ‘bu nasil oluyor?’ sorusunu kendimize sormamiz gerekmez mi” diye konustu.

BM’nin 1560 sayili karari anti-Kürt bir karardir

Kürtlerin ulusal demokratik haklari için mücadelelerini bastirmada Islam ülkeleri ve örgütlerinin tavrini da elestiren Ismail Besikci, Suriye’de Kürtlerin özyönetim ve özgürlük mücadeleleri karsisinda Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’in ortak anti-Kürt cephesi tavirlarini örnek gösterdi.

Besikci, Birlesmis Milletlerin 1960 yilinda aldigi1560 sayili “Sömürge Ülkelerin Bagimsizligina Kavusmasi”ni hedefleyen yedi maddelik kararinin bile Kürtlerin aleyhine olusturuldugunu söyleyerek bu karari elestirdi. Kararin ilk üç maddesinin sömürge ülkenin bagimsizligini, sömürge ülke ile metropol ülke arasinda deniz, okyanus varsa bagimsiz olabilecekleri seklinde formüle edildigini açiklayan Besikci, bu baglamda 1960’larda bir çok Afrika ülkesinin bagimsizliga kavustugunu söyledi. Besikci, 1560 sayili kararin dört, bes ve altinci maddeleri devletlerin ülke bütünlügü aleyhine kullanilamaz denilerek, bitisik toprakli ülkeler ayri tutularak Kürtlerin bu karardan yararlanmalari uluslararasi anti-Kürt nizam geregi engellenmistir dedi.

Reform paketi yetersiz ve Kürtlerin taleplerini karsilamiyor


Bir gazetecinin Basbakan Erdogan’in açikladigi demokratik reform paketini nasil degerlendiriyorsunuz sorusuna Besikci, Kürt sorununun agirligi karsisinda bu paketin yetersiz ve Kürtlerin taleplerini karsilamadigini söyledi. Besikci reform paketinin, hükümetin cezaevlerinde bulunan on binlerce Kürt siyasetçiyi serbest birakmayarak sivil siyasetin yolunu açmadigi bu açidan “silahlar susun siyaset konussun” söyleminin bosluga düstügü cevabini verdi.

Besikci, anadilde egitim konusunda ise dünyanin neresinde insanlar para ödeyerek anadilde egitim yaptiklari görülmüstür, Türk çocuklari anadilde egitimi para ödeyerek mi aliyorlar sorularini sorduktan sonra, anadilde egitim devletin okullarinda ve ücretsiz olmalidir dedi. Pakette yer alan andin kaldirilmasinin ise olumlu bir adim oldugunu belirtti.

Bir kisim Kürtlerin devlet fikrine sicak bakmadiklari sorusuna Ismail Besikci, elli milyonluk bir ulusun haklarina kavusmasi ve temsili devlet olmadan saglanamaz, “devlet istemiyorum demek” derin bir çeliskidir, Kürtler bu çeliskiden kurtulmali ve etraflarina bakip olup bitenleri algilamalari gerekir cevabini verdi.

Bir diger gazetecinin Kürtlerin bagimsiz devlet olmalari düne nazaran bugün ne kadar yakindir sorusuna Besikci, yirminci yüzyilin Kürtler için büyük bir kayip yüz yil oldugunu ama yirmi birinci yüzyilin Kürtlerin hakka hukuka ve bugünkü kazanimlarindan daha fazlasina sahip olacaklari aydinlik bir yüz yil olacagini söyleyebilirim dedi.

Besikci ayrica dis faktörlerin Kürtleri lehine bir konjonktür olusturdugunu belirterek; “bana 1988’de Irakla ilgili bes tane senaryo yaz deseydiniz, bu senaryolarin hiçbirinde Kürdistan Yurtseverler Birligi Baskani Celal Talabani’nin Irak’a Cumhurbaskani olacagi yer almazdi. Ama Kuveyt’in isgali ile bugün Federe haklara sahip bir Kürdistan ve Irak’in Kürt bir Cumhurbaskani var” dedi.

 

________________________________________

 

 

 

 

1916 Kürd Tehciri

Kürd tarihinde, gizli kalması, karanlıkta kalması, aydınlığa çıkarılmaması istenen dönemler vardı. Bazı dönemlerin karanlıkta kalması için özel çaba sarfedilir. 1916 Kürd Tehciri böyle bir dönemdir.

İsmail Beşikci

22.09.2019, Pazar

Kürd tarihinde, gizli kalması, karanlıkta kalması, aydınlığa çıkarılmaması istenen dönemler vardı. Bazı dönemlerin karanlıkta kalması için özel çaba sarfedilir. 1916 Kürd Tehciri böyle bir dönemdir.

1914-1915 özellikle Ermeniler için çok önemli yıllardır. Ama bu yıllar, Ermeni soykırımı, Türkiye’de olmasa bile, Batı’da, belgelere dayanarak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Kaldı ki son 10 -15 yıldır, Türkiye’de de bu konularda önemli çalışmalar yayımlanmıştır. Bu çalışmalar sürdürülmektedir. Ama, 1916 Kürd Tehciri, Türkiye’de de, Batı ülkelerinde de gerekli ilgiyi görmemiştir. Bu dönemin gizli kalması, karanlıkta kalması için özel bir çabanın sarfedildiği anlaşılmaktadır. Büyük Kürd Tehciri sürecine, kayıt dışı operasyonlar muamelesi yapıldığı da söylenebilir.

Jakop Kunzler (1871-1949), Kan ve Gözyaşları Ülkesinde,  Dünya Şavaşı Sırasında Mezopotamya’da Yaşananlar 1914-1918 (Belge Yayınları, Çev. Perim Ozan, 2012, İstanbul) kitabında bu durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Jakop Kunzler, 1899-1922 yılları arasında, Urfa’da, Alman Doğu Misyonuna bağlı bir İsviçre hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışmaktadır. 1915 Ermeni Soykırımı’nı, 1916 Kürd Tehciri’ni çok yakından izlemiştir. Yaşadıklarını da 1920 yılında kaleme almıştır.

Jakop Künzler Ermeni Soykırımı’nın, Kürd Tehciri’nin çok yakın bir tanığıdır. Belki de tek tanığıdır. Yaşadıklarını, izlenimlerini 1920 yılında kaleme alması çok önemli ve değerlidir.

Jakop Kunzler, Batı ülkelerinde Ermeni Soykırımı’nın, etraflı bir şekilde incelendiğini fakat, Kürd Tehciri olgusuna kimsenin dokunmadığını vurgulamaktadır. Jakop Kunzler bu konuda şunları söylemektedir.

“Ermenilerin kökünü kazımak isteyen Jön Türklerin, aslen Ermenistan'ın yukarı bölgesinde yaşayan ve kendi dinlerinden olan Kürtleri de evinden yurdundan ettiğini hiçbir Avrupa gazetesi yazmamıştır. Başta Ermenilere de yapıldığı gibi, Kürtlerin güvenilmez insanlar olduğu ve Rusların tarafına geçebilecekleri bahane edilerek uygulandı bu. Böyle bir sonuca varmalarına Kürtlerin ne kadar sebebiyet verdiğini bilmiyorum. Bildiğim, sürülenler arasında, savaşın başında Ruslara karşı meydanda cesurca savaşmış ve Türklerin şimdi kendilerine böyle muamele etmesini nankörlüğün alası olarak gören yüksek rütbeli Kürt subayların da olduğuydu.” (s. 110)



“… 1916 kışında, Cabahcur, Palu, Muş bölgelerinden, Erzurum ve Bitlis vilayetlerinden Kürtler sürüldü. Tahminen 300.000 civarında Kürt güneye gönderildi. Önce Yukarı Mezopotamya'ya, en çok da Urfa civarına yerleştirildiler. Fakat batıda Antep ve Maraş civarında konaklayanlar da vardı.1917 yazında Konya ovasına nakiller başladı. Genç Türklerin niyeti, Kürtleri kendi vatanlarında bırakmamaktı. İç Anadolu'da, Türklerin içine karışarak yavaş yavaş kaybolacaklardı Kürtler.” (s. 110-111)

Sürgün konvoylarındaki Kürtlere yapılan muamele Ermenilere yapılan muameleden çok farklıydı. Yolda hiç eziyet çekmediler, kimse onlara dokunamıyordu. Fakat en korkuncu, sürgünlerin kışın ortasında yapılmış olmasıydı. Akşam Kürt kafilelerinden biri bir Türk köyüne geldiğinde, köylüler korkudan hemen kapılarını kapatıyordu. Bu yüzden bu zavallı insanlar kışın ortasında geceyi yağmur ve kar altında geçirmek zorunda kalıyor. Ertesi sabah köylüler, donarak ölenler için toplu mezarlar kazıyorlardı…” (s. 111)

                                 ***

Celal Temel’in 1916 Kürt Tehciri kitabı yayımlandı. Kitabın tam adı şöyle: Birinci Dünya Savaşı Yıllarında 1916 Kürt Tehciri ve İttihat ve Terakki’nin İskan ve Nüfus Politikaları (1913-1918) İBV Yayınları, Eylül, 2019, İstanbul, XXI+ 459 s.

Celal Temel 1916 Kürt Tehciri çalışmasında, Fuat Dündar’ın, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918) (İletişim Yayınları, 2001, İstanbul) ve Modern Türkiye’nin Şifresi, İttihat ve Terakki’nin, Etnisite Mühendisliği (1813-1918) (İletişim Yayınları 2008, İstanbul ve çalışmalarına vurgu yapıyor.

Celal Temel’in bu konuda vurgu yaptığı başka bir çalışma da, Pervin Erbil’in, Zağros’un Ötesine, Zamana Yayılmış Kürt Tehcir Gerçeği’dir. (Peri Yayınları, 2016 İstanbul

Celal Temel, Jakop Künzler’in yukarıda belirtmeye çalıştığım kitabının da çok ayrıntılı bir şekilde incelemiş.

Celal Temel bu incelemesinde, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1916-1917 yıllarında gerçekleşen Kürd sürgünlerini etraflı bir şekilde, belgelere dayanarak anlatmaktadır. 800 binden fazla Kürd tehcire tabi tutulmuştur. Bunlardan çok azı, Orta ve Güney Anadolu’daki sürgün alanlarına varabilmiştir. Bu trajik durumu Hizanîzade Kemal Fevzi, Jîn’deki bir yazısında (3 Eylül 1919, Sayı 24) şöyle anlatmaktadır.

“Evet onlar! Hani Bitlis’ten, Muş’tan, Van’dan, Erzurum’dan kalkarak diyar diyar göçen, sürünenler yok mu? İşte onlar! Urfa topraklarında ebediyen durgunluk ve avuntusunu arayan kimsesizler. Ah evet onlar! Perişan bir yörenin, sahipsiz, kimsesiz yurtsuz kalan ve bir lokma ekmek bulamadan ölen evlatları! Onlar ki, işte bize yadigar bıraktıkları dertler tükenmiyor, tükenmeyecektir.”

Celal Temel, Hizanîzade Kemal Fevzi’nin bu çığlığını, incelemesinin başına koymuştur. ( s.IV)

Celal Temel, Önsöz’de de, incelemeyle ilgili olarak kısaca şöyle bir bilgi vermektedir: “Bu kitapta, I. Dünya Savaşı yıllarında, Osmanlı İktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilen; kayıt dışı kalmış, saklanmış, bilinmeyen veya çok az bilinen dramatik Kürt Tehciri gerçeği anlatılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için, öncelikle, biraz da uzun yazmak zorunda kaldığım bu önsözün okunmasının yararlı olacağını belirtmek istiyorum.” (s.XV)

Celal Temel, 1916 Kürt Tehciri incelemesinde, Tehcir, sürgün olayının bütün yönlerini etraflı bir şekilde incelemektedir. Büyük Kürd Tehciri’nin hazırlıkları, bu konuyla ilgili resmi yazışmalar, tehcir kararının uygulanması,  ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Büyük Kürd Tehciri’nin 1917’de sürdüğü de belirtilmektedir. Kürd liderlerin sürgünleri özellikle çok önemli bir konudur. Bu da etraflı bir şekilde düşünülmüş ve planlanmıştır.

Kör Hüseyin Paşa, Sibkanlı Aldülmecid Bey, yazar Yaşar Kemal’in ailesi, din Adamı Sadreddin Yüksel, yazar Hasan Kıyafet’in ailesi, Ozan Ruhi Su, Konya, Kulu’daki Burunağıl köylüleri tehcir edilenler arasındadır.

İncelemede, Ermenilerden ve Kürdlerden boşalan alanlara, Kafkaslardan ve Balkanlardan göçle gelen, getirilen ailelerin yerleştirildiği de incelenmektedir.

Kürd sürgünlerinin savaştan ve tehcirden sonra yaşadıkları dram da etkili bir şekilde anlatılmaktadır.

Jîn, Kürdistan, Serbesti, Hinkerê Zımanê gibi yayın organlarında, sürgünlerin nasıl ele alındığı değerlendirildiği de incelenmektedir. Bu incelemenin gerçekleştirilmesinde çok büyük emeklerin harcandığı çok açık bir şekilde görülmektedir.

‘Hasta Adam’ Neler Yaptı?

Gerek 1915 Ermeni soykırımının, gerek 1916 Büyük Kürd Tehciri’nin, Osmanlı’nın, Batılı ülkeler tarafından ‘Hasta Adam’ olarak değerlendirildiği bir zamanda yapılmış olması dikkatlerden uzak değildir. ‘Hasta Adam’ hem Ermenilere, hem Kürdlere karşı gerçekleştirilen bu kadar büyük, kapsamlı, derin operasyon planlarını, tasarımlarını, nasıl yaşama geçirebilmiştir? Bu konuda ayrı bir inceleme konusu olmalıdır.                                                              

 

Büyük Kürd Tehciri’nin Temel Nedeni Neydi?

Kürd Tehciri’nin, sürgünlerin temel nedeni devletin asimilasyon politikası ve bu çerçevede oluşan istekleridir. Kürdlerin Türklüğe asimile edilmesi İttihat ve Terakki döneminde oluşturulan bir politikadır. 1916 Kürd Tehciri bu politikanın çok önemli bir uygulamasıdır. Cumhuriyet döneminde bu politika ve uygulamalar kararlı, istikrarlı,  bir şekilde sürdürülmüştür. Kürdlerin, Orta Anadolu’daki sürgün alanlarında, köylerde, toplam nüfusun % 10’unu, bazı köylerde % 5’ini geçmeyecek şekilde  yerleştirilmesi, buna çok özen gösterilmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Bu uygulamaları asimilasyon için çok elverişli bir ortam hazırladığı besbellidir. %10, % 5 uygulamalarına, Cumhuriyet döneminde gerçekleşen Kürd sürgünlerinde, örneğin 1934 tarihli ve 2510 Sayılı İskan Kanunu’nda ve bu kanunun uygulamalarında da özen gösterilmiştir.

                     ***

Cumhuriyet döneminde, devletin, Kürdlerle ilgili en önemli politikası Kürdçe yasaklarıdır. Kürdçe yasakları, asimilasyon için gerekli operasyonlarla birlikte yürütülmektedir. 1930’larda, bazı şehirlerde, çarşıda –pazarda, Kürdçe konuşan köylülerden para cezası alındığı da Kürdlerin çoğunluğu tarafından dile getirilmektedir.

Bugün, birçok Kürd yazarının, aydınının, geçmişi değerlendirirken, ‘okula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum. Biz Kürd çocuklara döverek, söverek, ailemize, halkımıza hakaret ederek Türkçe öğretmeye çalıştılar. Kürdçe’yi unutturmak için de binbir türlü operasyonlar yapıyorlardı…’ şeklinde anlatımları vardır.

Bu süreçte, temel soru şu olmalıdır: İleride, diyelim, 1960’larda, 1970’lerde, 80’lerde başlayan Kürd muhalefetinde, örgütlerin, siyasetlerin temel istemi ne olmalıdır? Hangi istemleri ön plana koymalıdırlar? Devlet, Kürdçe’yi, unutturmak için, unutulmasını sağlamak için yoğun bir çaba sarfediyordu. Bu koşullar altında, Kürd örgütlerinin, Kürdçe’nin yaşanması, yaşatılması konularında ne yapmaları gerekirdi

(Nerîna Azad)

 

 

 

Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor?

 



Kürd Kültür Ürünleri Neden Yağmalanmaya Açıktır?

İbrahim Halil Baran, kürdistanaktuel sitesinde, (20.3.2015) “Devletsiz Kürdün Gönül Dağı veya Neşet Ertaş’ın Ruhuna Fatiha!” başlıklı bir yazı yayımladı. İnsanı çok etkileyen, hüzünlere garkeden aynı zamanda uzun uzun, derin derin düşündüren bir yazı. İnsanın hem yüreğinde, hem de beyninde fırtınalar yaratan bir yazı.

Bu yazı üzerindeki düşüncelerimi, duygularımı belirtmeye çalışacağım. Önce yazıyı özetlemeye çalışayım.
İbrahim Halil Baran, 2003 yılında, Elegez yakınlarında, Kafkas Kürdlerinden bir şarkı dinler. Fakat o günlerde, bu şarkıyı kaydetmeyi akıl edemez.

On yıl kadar sonra, onu çok etkileyen o şarkının peşine düşer. Bu şarkıyı bulmak için Gürcistan’da, Moskova’da araştırmalar yapar. Nihayet, 1969 yılında yapılan bir kayıtta o şarkıya rastlar. Bu, Gürcistan Kürdlerinin tanıtımı için, SSCB Devlet Televizyonuna hazırlanan bir programdır. Şarkıyı o günlerde 60 yaşını geçmiş olan, ama 1969 yılında küçük olan Rustemê Îsko adlı bir çocuk okumaktadır. Şarkının adı Min te dîtibû’dur.

İbrahim Halil Baran, Neşet Ertaş’ın (1938-2012), 1971'de plağa okuduğu Gönül Dağı türküsünün aslının bu şarkı olduğunu fark eder. Bu plak üzerinde, “Söz-müzik: Neşet Ertaş” yazmamaktadır. Halbuki, Neşet Ertaş’ın öbür plaklarında bu ibare yer almaktadır. Anlaşılan o ki, Neşet Ertaş, bu Kürd halk şarkısına Türkçe sözler yazmıştır. Böylece bu şarkı artık Neşet Ertaş üzerine tapulanmış olmaktadır.

İbrahim Halil Baran, iki yıl kadar önce, kendi blogunda, videoda bu Kürd halk şarkısını yayımlar. Bu şarkı, Kürd müzisyenlerin dikkatini çeker. Kürd müzisyenler bu şarkıyı yeniden okurlar. Bu Kürd halk şarkısını kendi albümlerine almak isterler. İşte o zaman Neşet Ertaş’ın mirasçıları, bu şarkının, Neşet Ertaş üzerine kayıtlı olduğunu vurgulayarak buna izin vermez.

Bunun üzerine, İbrahim Halil Baran, bu şarkının aslının ne zaman kasete kaydedildiğini araştırır. Bunun için Gürcistan’da, Moskova’da çalışmalar yapar. Gürcistan’daki kayıtlar Moskova’ya götürülmüş, SSCB’nin yıkılması dönemindeyse, bu kayıtların büyük bir kısmı talan edilerek satılmıştır.

İbrahim Halil Baran, Gürcistan’da ve Moskova’da, görevlilere, bunun bir Kürd halk şarkısı olduğunu, bunun bu şekilde kaydının yapılmasını istediklerini vurgular. Moskova’da televizyonda görevli bir kadın, “bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir, bizim değil” der.
“Bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir” sözü İbrahim Halil Baran’da burukluk yaratır.

İbrahim Halil Baran, Neşet Ertaş hakkında da bilgi verir. Bunun için Cemil Horo (1934-1989) isimli bir dengbêjden söz eder. Cemil Horo, Güneybatı Kürdistan’dan, yani Kürdistana Rojava’dan, bir dengbêjdir. Çiyayê Kurmênc’ın Reşî mıntıkasındandır. Cemil Horo’nun, 1972'de Ayşe Şan’la (1938-1996) birlikte yaptıkları kayıt dinleyenler üzerinde çok yoğun etki yapar. Bu kayıt, “dinleyenlerde, etkisinden kurtulmanın zor olduğu, müzikal bir efsun etkisi yaratır. Horo’nun Kürdçe’sindeki duruluk, her perdeye göre değişen ton ve çalgılar mest eder dinleyiciyi. Fakat, icrada en çok dikkati çeken şey, Horo’nun, “ji siltanê Kurdan re tim û tim wêl û wêl” (her daim yazıklar olsun Kürd sultanlarına) dizesine tekrarlarla yüklediği duygudur.

Cemil Horo, 10 Kasım 1980’de, Halep’deki Seydo Dağı’nda, bir Kürdçe kaset doldurur. Bu kasetin başında Cemil Horo, “bu kaseti, Neşet Ertaş’ın kendisinden istekleri üzerine ve Türkiye Kürdleri için yadigar…” olarak hazırladığını belirtir. Daha sonraki yıllarda Cemil Horo, Neşet Ertaş’la yazışmalarından, haberleşmelerinden söz eder. Bu yazışmalardan ve haberleşmelerden Neşet Ertaş’ın da Türkiye Kürdü olduğu anlaşılır.

***

İbrahim Halil Baran’ın bu yazısı ile ilgili olarak dört temel konuya değinmek gerekir kanısındayım. Birincisi, Moskova’da, görevli bir kadının, “bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir” sözü üzerinedir. Bu tür kültür ürünlerini kaydedecek, onaylayacak, başkalarının çalmasına, yağmalamasına engel olacak olan elbette devlettir. Ama, Kürdler devlet sahibi olmadıkları için Kürd kültür ürünleri de yağmaya açık bir hale gelmiştir.

Arkeolojik bulguları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Hüseyin Kaytan, Kürtlerin, Kadının ve Mülkün Garip Hikayesi başlıklı yazısında Ferdinand Justi isimli bir araştırmacıyı kaynak göstererek şunları yazıyor:

Ferdinand Justi, 1879’da, Zagros geçitlerinin olduğu yüksekliklerde, Sîdeka yakınlarında, Rewandûz ve Şîno arasında, bir kaide üzerinde 6 ayak yüksekliğinde (180 cm’den fazla) koyu mavi taştan bir dikili taş olduğunu, ve Kürtlerin bunu Kêlî Şîn olarak adlandırdığını yazmıştı; bu taşın geniş Doğu yüzünde 41 satırlık bir çivi yazısıyla Med dilinde yazılmış bir kitabe bulunmaktaydı; ondan 5 saat uzaklıkta, Sîdeka üstünde, ikinci bir Kêlî Şîn daha vardı. Bu kitabeler bugün yoktur. Ama yol hâlâ vardır ve o, Şîno yakınlarındaki Sîrgan’da Doğuya ve Güneydoğuya yönelir, Sinê üzerinden Ekbatana’ya (Hemedan) gider( Ferdinand Justi, Geschichte des Alten Persiens, Leipzig, 1879, ss.2-3).

Devlet sahibi olsanız, arkeolojik kazıları bizzat kendiniz yapar, müzeler kurarak arkeolojik buluntuları değerlendirirsiniz. Ama devletiniz olmadığı için, bu arkeolojik belgeler, Arapların, Türklerin veya Farsların eline geçer. Onlar bunları, kendi tarihsel değerleri olarak kaydeder. Eğer bu belgeler Kürdlerden söz ediyorsa, imha edilir veya gizlenir, araştırmacıların incelemesine sunulmaz.
Paris’de Louvre Müzesi’ni, Londra’da British Museum’u dolaşırken, insanın kafasında birçok düşünce dolanıyor. Her iki müzede de Mezopotamya ile ilgili pek çok arkeolojik eser var. İnsan, ilkönce, bu eserler neden yerinde, Mezopotamya’da değil, diye düşünüyor. Hemen sonra, El Kaide, IŞİD gibi barbarların saldırıları akla geliyor ve Mezopotamya’da olsalardı, korunabilirler miydi diye düşünüyor…

İbrahim Halil Baran’ın yazısı ile ilgili ikinci konu Neşet Ertaş’la ilgilidir. Bu konuda şunlar söylenebilir: Yaşar Kemal, Evdalê Zeynikê için, Kürdlerin Homerosu’dur der. Mehmet Uzun’un da Evdalê Zeynikê ile ilgili çalışmaları vardır. Bu iki yazar da Evdalê Zeynikê’nin, bugünkü torunları hakkında bilgi vermez. Ahmet Aras (d. 1944) da Evdalê Zeynikê uzmanıdır. “Kürd uzmanı, Evdalê Zeynikê uzmanı olan Ahmet Aras, Neşet Ertaş’ın, Evdalê Zeynikê’nin torunu olduğunu, ailesinin, Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Molla Hasan Köyü’nden Orta Anadolu’ya sürgün edildiğini belirtiyor.

Aile, Orta Anadolu’da, çeşitli yerlerde dolaştıktan sonra, Kırşehir’e, Çiçekdağı yöresine yerleşmiş. Evdalê Zeynikê, 1800-1913 yılları arasında yaşamış bir Kürd ozanıdır. Muharrem Ertaş (1913-1984) Evdalê Zeynikê’nin torunudur. Neşet Ertaş’ın babasıdır. Muharrem Ertaş da, Neşet Ertaş da Türk ozanları diye anılmaktadır.

Neşet Ertaş, yaşadığı sürede, Kürdlüğünden hiç söz etmemiştir. Neşet Ertaş, Kürdlerin, Kürd kimliğini kazanmak için çok yoğun ve yaygın bir şekilde savaşa tutuştukları bir dönemde yaşamıştır. Bu, asimilasyonun nasıl uygulandığıyla ilgili dikkate değer bir süreçtir.
Neşet Ertaş’ın, yukarıda sözü edilen Min te dîtibû şarkısına Türkçe sözler yazarak Gönül Dağı adıyla okuması ama, “Söz ve Müzik” yerine hiçbir şey yazmaması yaptığı işin farkında olduğunu gösterir. Şarkının esas kimliğinden hiç söz etmemesi, kendi Kürd kimliğinden hiç söz etmemesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Üçüncü olarak da Ehmedê Xanî (1650-1707) geleneğinden söz edelim. Yukarıda, Cemil Horo’nun, bir plağından söz etmiştik. “ji siltanê Kurdan re tim û tim wêl û wêl” (her daim yazıklar olsun Kürd sultanlarına) dizesine tekrarlarla yüklediği duygudan söz etmiştik. Bu, Ehmedê Xanî geleneğinin sürdürülmesi anlamına gelir. Bu gelenek medresede okuyan Kürdlerde, feqîlerde, melelerde daha yoğundur, yaygındır. Üniversite okuyan, Türk siyasal kültürüne, Türk toplumsal değerlerine bulaşan Kürdlerde ise cılızdır.

Dördüncü olarak da Türkiyelileşmeden söz etmek gerekir. Türkiyelileşme, Kürdlükten kopma, Türk siyasal ve toplumsal değerleriyle bütünleşme anlamına gelmektedir. Neşet Ertaş, Türkiyelileşmeyle falan uğraşmamış. Doğrudan doğruya, “Türküm” demiş, birinci sınıf Türk olmuş. Türkiyelileşmek için uğraşanlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, her zaman ikinci sınıf bir Türk olarak kalacaklardır.

 

Rustemê Îsko

 

 

 

 

 

 

 

Yağmancı, talancı, gaspçı, hırsız türklük devleti'nin kurbanı Evdalê Zeynê'nin torunu Neşet Ertaş

 

 

 

 

Dengbêj Cemîl Horo

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

''Kürdistan'da kürd sorunu yoktur, işgal edilmiş Kürdistan sorunu vardır.''

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ismail Besikci's statue in the garden of Duhok University in Duhok in Southern Kurdistan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ismail Besikci in front of his statue at the garden of Duhok University in Duhok in Southern Kurdistan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ismail Besikci at the International Library in Stockholm

 

 

 

 

 

 

 

Ismail Besikci visiting the Swedish prime ministe Olof Palme's tomb at Stockholm

 

 

 

 

Ismail Besikci with Kurdish friends

 

 

 

 

 

Goran Candan Foto: H Kardoxi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İsmail Beşikçi at American Kurdistan University, Duhok 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İSMAİL BEŞİKÇİ VAKFI

(The Ismail Besikci Foundation)

 

 

Read more
The Ismail Besikci Foundation
in Istanbul

A Ismail Besikci's Hand Script

CLICK go to the next page of Dr Ismail Besikci

 

ALEVİLİK - MÜSLÜMANLIK

HELBESTA KU MIN BO MAMOSTE ÎSMAÎL BEŞÎKÇÎ NIVÎSÎ - Bavê Barzan (Goran Candan)

 

 

 

 

KURDOLOGS

 

 

 

 

 


Foundation For Kurdish Library & Museum