KENAN FANİ DOĞAN

Lêkolerê Kurd

Home  |  Destpêk  |  Ana Sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

TEŞUB, TUS, TİSVA, TUŞPA-VAN..

Mamoste Kenan Fani Dogan li serdanekê li Kurdish Book Bank, 2012

 

 

Kürtlerin şehir isimlerine, köy isimlerine, akarsu ve dağ isimlerine, bunlardan her birine verilmiş tanrı, tapım yada tapınak ismine, dağların ve şehirlerinin hangi inançla, hangi kültle kutsandığına bakmadan kürtleri zerdüşti, alevi yada sünni ilan etmek kolay olduğu gibi bu dinleri kürtlerden türetmek maharet oldu gitti. Gerçekleri tersyüz etmek elbette maharet ister ama bu maharet tarihçilik değil. Hiçbir yere bakmazsanız Nemrud Dağı’nın tepesine bakın. Oradaki heykelleri alevi seyyidleri mi dikti, şehylermi yonttu, yoksa Zerdüşt heykellermidir sorusunun cevabını hepimiz biliyoruz. O halde sadede gelelim beyler, geçmişimizin kapı gibi kanıtlarının üzerinden atlayarak yakıştırma tarih türetmek tarihçilik değil biline..

Parto-hellenistik dönem, İran coğrafyasında ısrarla Zerdüşt dinine yaklaştırılmak istenen ateş tapımının ve sair hednik inançların Zerdüştlük içine monte edilmesini kabullenmeyen parni aşiretlerle farslar arasındaki farklılaşmanın daha da derinleştiği ve parni topluluklarda eski inançlarına sebatın en ileri noktaya vardığı dönemdir. Bu tarihi dönem islam istilasına kadar 1200 yıllık bir tarihe tekabül ederki dönem boyunca kürtler üç imparatorluk kurmuşlardır. Yalnızca Part imparatorluğu 450 yıl yaşamıştır. Bu süreye Mihridat(es)’ın devleti ve Kommogene imparatorluğu da dahildir, bunlar hesaba katıldığında imparatorluk sayısı beşe çıkıyor. Bu süre boyunca Fırat nehri Part ve Roma arasında sınır olurken yine kürtlerle aynı kökenden gelen topluklar durumundaki Komogene halkı ve hemen kuzeyinde yer alan topluluklar tıpkı Med-Lidya döneminde olduğu gibi Halys ırmağını (Kızılırmak’ı) sınır edinmişlerdir. Kürtleri arayacaksanız kürt devletleri içinde arayınız, bu devletlerin tarihini, halkını oluşturan toplulukları ve dini inançlarını atlayarak hangi tarihi yazdığınız sorulur ve sorgulanır.

*

Tanrı Şamaş Urartu’nun Teşup’udur, Batı Anatolia’nın Apollon’u, Asya düzlüklerinin ve hasseten Mitanni’nin Mitra’sı, Hintlilerin Threeaton’udur. Muş, Mus, Balath, Tercon, Teşup isimleriyle de anılır. Mitra, Muş ve Mus versiyonlarında ay ile güneşin oğlu olup ay tanrıdır (isimlerin başına M iliştirilmesi May’dan yani anadan hareketle anaerkillik etkilerini işaret eder) diğer versiyonlarında ise ay ile güneşin oğlu olup güneş soyludur yani pederşahidir. Bu farklılıklar tapıma konu toplulukların eski inançlarında tanrı yada tanrıça inançlarının dominant oluşuyla ilgilidir, hatta her bir versiyon aynı inancın mezhepleri durumundadır demek pekala mümkün.

Şeyhmus’a dönüşen Şamus da eski bir tanrı olup, Şamus tapınağı bugün uyduruk bir şeyhin türbesi ve çeşmesi düzeyinde kabul görmektedir. Şem ismi haftanın bir gününe verilecek kadar yaşamda yer bulur. Amed’in daha bu yüzyılın başlarında binlerce şemsi nüfusu vardır. Rüstem’in hali de öyle Şem olan tanrıyı ve tapımını örtmek için Şem’e (Sam) kahraman bir torun izafe olunmuş ve bu savaşçı torunla Sam’ı unutturmak istercesine İran inançları içine monte edilmeye ve eritilmeye çalışılmıştır. Sam’ın savaşçı nitelikleri Mitra, Şamaş yada Apollon’la özdeştir. German mitolojisinde bu tanrıya Tyr yada Tisva deniyor.

Hintliler Threeaton derken üç ışınlı anlamında söylüyorlar. Güneş babadan, Ay anadan aldığına ilaveten bir de kendi ışığını ekliyorlar. Germanlar Tisva derken haftanın üçüncü gününe Tistag yada Tuesdag diyerek bu günü Tisva ile kutsamışlardır. Kürtlerde salı gününün kutsal sayılması bir gelenektir. Seşem Sam’la yada Şem’le kutsanmıştır. Kürt lehçelerinin çoğunda Sam “Ş” ünsüzü ile telaffuz olunmaktadır.

Yine bu tanrılara adanmış şehirlerden biri olan Tuşpa tanrı Teşub’un ismini taşıyor. Teşup sadece Urartu tanrısı olmayıp tüm Anatolia’da tapım görmüş, hint-avrupalı kavimlerce doğuda İran’a, batıda İskandinav ülkelerine kadar götürülmüş bir tanrıdır, Mitra çeşitlemesidir. Hitit’de savaş tanrısı güneşsoylu Tarkhun olarak tapım görmüştür. Tarkhun, Urartu tanrı kabartmalarında dokuz ışıklı olarak tasvir edilmiştir. İran’da ise başlangıçta Tus ismiyle tapım görürken Zerdüşt’ün kitabında kahramana indirgenmiş ve Tus-i Nodaran (dokuz ağaçlı, dokuz soyun asili) olarak tanımlanmıştır. Tus tapımıyla takdis edilmiş bir şehir de vardır. Tarih boyunca Tus olarak anılan bu şehir arap istilasından sonra sırf yöre inançlarının kalıntılarını tasfiye amacıyla arapça “Meşhed” diye isimlendirilmiş ve bugün öyle anılmaktadır. Dokuz ışıktan dokuz ağaca tenzil edilmesi ışık tanrısının dokuz gezegeni temsil etmekte olduğuna ve dokuzunun da gücüne sahip olduğuna yaygın bir şekilde inanıldığını bugün bile örtmeye yetmiyor.

Teşub batıda ise Tisva’ya dönüşerek tapım görmüştür. Skandinav ve Sakson kavimlerinin tanrısı olması ayrıca dikkate değer. Zag soylu kavimlerin göçüyle geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulduğu anlaşılıyor. Bu arada Luwi dilinde ‘Taw’a dönüştüğünü, ‘Tij’ sözcüğünün ışık anlamında hala kullanıldığını belirtmek gerekiyor.

Bu inanç sistemi sonuçta teslisin temelini oluşturuyor. Threeaton versiyonunun üç sayısına karşılık düşen sözcüğü içermesi gibi Mitra’dan anaerkillik simgesi olan “M” ünsüzünün alınmasıyla geriye kalan itra-ithra sözcükleri de yine üç anlamına gelen sözcüğe denk düşüyor. Gerek three, gerekse ithra sözcüğünden baştaki “T” konsonantı alındığında geriye “hree” kalıyor. İngilizce yazımda “e” vokalleri “i” olarak okunduğuna göre kök sözcüğe ‘hiiri yada hrii’ demek gerekiyor. İthra için de aynı durum sözkonusu, her durumda üç sayısını ifade eden sözcüğü tanrı isimlerinde tesbit etmek mümkün. M konsonantından farklı olarak T konsonantı tanrıyı (Tho-Teo) simgeleyen ünsüz olarak isimde yer bulmuş. Mithra isminde yer alan M konsonantı ise yine tanrısal bir simge, bir farklaki ana tanrıçanın simgesi olarak, aidiyet-soy açıklaması için isme eklenmiş. Yaygın olarak Ma yada Ma(j)y olarak anılan anatanrıçayı ve tapımını işaret ediyor. Oğul tanrıların M konsonantı içermesi oğul tanrının başat tanrı olarak kabulünden önceki dönemde ilgili toplumun başat tanrısının anatanrıça olduğunu yada anatanrıçaların bu toplumda hala tapım görmekte olduğunu gösterir.

Yine dikkate değer bir diğer husus da Mitra’ya denk düşen tanrıya her çeşitlemede yada sektte haftanın üçüncü gününün tahsis edilmiş olmasıdır.

Tüm bunların dışında zazaki ‘hiri’ye denk düşen ‘se’ sözcüğü kurmancide üç sayısını belirtmekte kullanılıyor. Hitit dilinde “se, sew, swe” söcükleri yüce, kutlu anlamlarına geliyor. İspanyolca sinyor, ingilizce sir sözcükleri “se, sew, swe” kavramları esas alınarak türetilmişlerdir. Yüzlü sayıların ilk rakamı zazakide “se” olarak dururken kurmancide sad, hintçede seat şeklinde ifade ediliyor, latincede de centum olarak yer alıyor. Yüz rakamı sayıların üçüncü basamağıdır. Üç sayısının inanç gereği kutsandığını rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız.

Görüldüğü gibi felsefi altyapısı sağlam, uzun ömürlü olduğu kadar son derece yaygın bir inançla karşı karşıyayız. Tanrı isimlerindeki hiçbir vokal yada konsonant isme tesadüfen girmemiştir. Tapımın temelini oluşturan dini ve felsefi algının yüzlerce yıllık bir süreçte imbikten geçirircesine şekillendirdiği bir inşa ve sıfatlandırma söz konusudur. Tanrı isimlerinin dikkatle incelenmesi tapımının niteliğine olduğu kadar hangi inançlarla etkileşim halinde olduğuna ve geçirdiği evrimlere tanıklık eder.

Batılı tarihçiler ittifakla “Mithra inancı olmasaydı teslis ve İsa’nın öğretisi batıda din ölçeğinde kabul ve yerleşme imkanı bulamazdı” demektedirler. Buraya kadar olanı doğru ama Mithra inancının Romalılar tarafından kuzey Avrupa’ya kadar taşındığı iddiası yanlış. İnanç yayılmasını kavimlerin göçüyle ve göçün doğal sonucu olan dini-kültürel etkileşimle açıklamak doğru olanıdır. Tanrıların tapım gördüğü geniş coğrafya ve bu coğrafyadan sürekli batıya yayılma sadece etkileşimin kaynağını ve boyutlarını kanıtlamakla kalmıyor, Mithra’nın ayak izlerini takip etmek hangi kavimler aracılığıyla ve hangi yollardan yayıldığını da gösteriyor.

Tarihte Mithra isminin geçtiği ilk yazılı belge aynı zamanda yeryüzünün ilk yazılı antlaşması olarak tarihe geçmiş olan Hitit-Mitanni devletleri arasında egemenlik paylaşımını düzenleyen yazılı antlaşmadır. Bu antlaşmaya tanrılar şahit gösterilmek suretiyle kalıcı olması amaçlanmıştır. Bu antlaşmada en büyük üç tanrıdan biri olarak Mitrassil şeklinde zikredilen tanrıyı yazılı belgelere ilk geçtiği yerde aramak, Waşuganni-Hattuşaş arasında aramak gerekeceği akılcı olmasından önce tarih biliminin önümüze koyduğu bir zorunluluktur.

Tuşpa ile başlamıştık Van’la bitirelim.

Tus şehri ile Tuşpa’nın aynı inançlar nedeniyle aynı anlama gelen isimler taşıyan şehirler olduğunu anlayabilmek için bu şehirlerin üzerine sinip kalmış külleri savurmak gerekir.

Kenan Fani Doğan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kenan Fanî Dogan rûniştî li bin darê, Hezîran 2021, Kungsor, Swêd

 

 

“Yeryüzünde her millet kendisidir, kürde gelince türktür, araptır, farstır ve bunların en sadık kardeşi söylemine ve rolüne mecbur ve mahkum edilirki inkar ve esaret dedikleri aynen budur ve böyle işler.


Kürtlüğünü öne geçirmeyen okumuş insanlıktan, kürtlüğünü başa geçirmeyen dindar müslümanlıktan, alevilikten, ezdilikten, yarsanlıktan ve bunların yüce erdemlerinden bahsetmesin.

Palavrayla insanlık küpü dolmaz, ölçü tamamlanmaz.
Din için insanlık yoktur, insanlık için din vardır.
Hak ve hürriyet için insan kalıbı yoktur, insanlık için kalıpsızlık olarak hak ve hürriyet vardır.

Herkes gibi ayaklarınız üzerinde durun. Eliyle amuda kalkan başüstü çakılır ve yerden kalkmaya mecali kalmaz.

Dindar kalmak istiyorsanız kalıplarınızı kırmak zorundasınız, dünyada herkesle aynı seviyede eşit ve çağdaş bir yaşamınız olmasını istediğinizde yine kalıplarınızı kırmak zorundasınız.

Kalıplanmış aydın gibi, kalıplanmış dindar da müstevli patentli çürük imalattır. Miadı dolan mamulatı, ihtiyaç fazlası malı azami kar beklentisiyle müstevliler pazarlar. Esirin ömrü egemene yaşam olur. Kürdün kölelik denklemi budur. Yem kalıbına giren kaçınılmaz olarak yem olur. Köle yaratılmadınız, hayata köle gözüyle bakmayınız.”


*

Kenan Fani Doğan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kürt aydını ve siyasetçisi "çekme abam yırtılır" sularındadır. Sanki bir partinin mensubu olması, sanki dilinden düşürmediği birlik sözcüğü ona başkasını tezyif hatta tahkir etme hakkı verir.

Birlik sözcüğünü bilir ama nasıl birlik olunacağını, hangi prensipler etrafında bir araya gelineceğini bilmez. Bu nedenle birlik demesi havada kalır.

Parti yada siyaset der, partisinin tüm üyelerini Kürdistan'ın il ve ilçelerine birer kişi olmak kaydıyla dağıtsanız yörelerin çoğu münhal kalır. Azami üçyüz kişilik grupları partiye saymak kürt siyasetçisine özgüdür. Bu nedenle büyümez, durmadan küçülürler. İstanbul'da asgari 3 milyon kürt yaşar, kürt partisinin aldığı oy 1100'dür. Amed kürt şehridir, başkent payesi izafe edilir. Amed'de kürt partisinin aldığı 90 oydur.

Gençliğimde "Tanrıların Arabaları" isimli bir kitap okumuştum. İsviçreli bir yazara, Erich Von Daniken'e aitti. Yazar kitabında kalmayan palavraya başvuruyor Mısır piramitlerinden, İnka-Aztek uygarlıklarına kadar uzaylılara bağlıyor ama öz olarak agnostisizme havale ediyordu.

Kürtler de öyle. Tarih boyunca kürtler birbirini sömürgeci adına öldürmüştür ama kürt siyasetçisine sorsanız kürt kürdü öldürmemiş uzaylılar öldürmüştür.

Kürtler Osmanlı'ya biat ettikten sonra Osmanlı'ya müttefik kesilen mireler baş eğmeyen aşiretlerin üzerine yürümemiş, uzaylılar yürümüştür. Onlarca aşiretin Horasan'a göçedip Fars'a sığınmasının sebebi işbirlikçi kürtler değil uzaylılardır.

1490 yılında başlayıp 1750 yılında ancakki kontrol altına alınabilmişliğiyle insanlık tarihinin en uzun ve en kararlı direnişlerinden biri olan Celali direnişlerinin üzerine Osmanlıyla birlikte yürüyen kürtler değil uzaylılardır.

Osmanlı'yı iki kez yenilgiye uğratan Mir Muhammed Revanduzi'nin üzerine Bedirhan değil uzaylılar yürümüştür.

Ezdileri katliama ve tehcire uğratarak Ermenilere teba hatta kul eden Bedirhan değil uzaylılardır.

Koçgiri'ye kayıtsız kalan sünni aşiretler değil uzaylılardır.

Şeyh Said kıyamına kayıtsız kalan Dersim aşiretleri değil uzaylılardır.

Dersim'e kayıtsız kalan sünni aşiretlerin mecmuu değil uzaylılardır.

Şeyh Abduselam Barzani'yi faka bastıran Simko Şikaki kürt değil uzaylıdır, derdest eden Van Valisi Necati Bey kürt değil uzaylıdır, Musul'da astıran Musul Valisi Süleyman Nazif kürt değil uzaylıdır.

Saddam'ın ünformasını giyerek Saddam hükümetinden maaş aldığı için "caş müsteşarlığına" yükseltilen Celal Talabani kürt değil uzaylıdır. Hiç kürt yakalatmadığı ve öldürmediği için Saddam tarafından taltif edilmiştir. Zaten kendisine "caşê şeştûşeş" lakabı 66. gezegenden gelen bir uzaylı olduğu için verilmiştiir.

YNK militanlarını Şemdinli'de pusuya düşürüp öldüren KDP peşmergelerine Mahmud Osman ve İdris Barzani emir vermemiş, uzaylılar yönlendirmiştir.

Kasımlo'nun kurtarılmış bölgelerini İran KDP'nin elinden yüzlerce kürt öldürerek aldıktan sonra İran yönetimine teslim eden İdris Barzani komutasındaki Irak KDP değil uzaylılardır.

Süryani anasını türklüğe tahvil ettikten sonra 15 bin kürt öldürdüğünü ifşa ve itiraf eden kürt değil uzaylıdır.

Demirel ve Çiller iktidarları döneminde ödürülen 8 bin kürtten yüzlercesini arkadan yanaşarak ensesine kurşun sıkmak suretiyle öldüren Hizbullah da kürt değil uzaylıdır.

Başur'da türk tanklarının üzerinde poz vermecesine kürt öldürenler uzaylılardır ve uzaylıların tankları üzerine çıkmışlardır.

Göz göre-göre Kerkuk'u satanlar kürtler değil uzaylılardır, araplar karşılığını ödeyerek Kerkuk'u uzaylılardan satın almıştır.

*

Kürdistan'da her eve ceset taşınmıştır, öyleki kürdün öldürdüğü kürt sayısı işgalcilerin öldürdükleriyle yarışır. Kürtlerin birliği, kürdün kürdü öldürmesiyle dinamitlenmiştir. Günün siyasetçisi cinayeti mahkum etmiyor, tam aksine her bir grup kendi katilinin burnundan kıl aldırmamacasına kürt öldürene lider, münevver hatta kahraman nazarı ve sıfatı atfediyor. Kürt faciası budur ve başka hiçbir şey değildir. Kürtler niçin yeryüzünde sona kaldıklarını bilmek isterlerse bu kirli geçmişi irdelesinler.

*

Yaşanmış bir hikayedir.
Küçük çocuk oldukça şişman babasının göbeğine bakarak;
- Baba senin karnında ne varki göbeğin bu kadar büyüktür, diye sorar.
Baba, şakayla karışık;
- Boktur bok, der.
Çocuk bu ya, saflıkla sorar;
- Baba ben görmeden sen bu kadar boku ne zaman yedin?

*

Olanı görmeyiz, sadece sözü incitir. Uzaylı ahlakı işte..

03.12.2021

Kenan Fani Doğan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KELTLER

Keti İmparatorluğu Kaniş'te bir şehir devleti olarak başlayarak Kattuşa(Hattuşa) döneminde imparatorluk düzeyine taşınmış, M.Ö 2200 yıllarından yaygın deprem ve kuraklıkla toplu göçe icbar oluncaya kadar 1100 yıl yaşamış bir devlettir. Tarihte Britanya dışında bu kadar uzun ömürlü bir devlet tesbit edebilmek zorlamayı gerektirir.

Britanya'nın ilk adı Albion'dur ve üzerinde yaşayan toplulukların etnik isimlendirmesi Anglo-Sakson'dur. 'Son' sözcüğü Germen dillerinde oğul demektir. Albanların ülkesinde Sak oğullarının kimler olduğunu hiç değilse zazalara açıklama gereği ortadan kalkıyorr. Benden iyi bildiğinize eminim. Konumuz bu olmadığı için Ketilere dönüyorum.

Hitit bir aşiret devletiydi, aşiretlerle hayat sürdüğü gibi aşiret çekişmeleriyle bölünmenin mahzurlarını biliyordu ve önüne geçebilmenin yolunu bulmuştu. Hitit'te krallık babadan oğula geçmiyor, kraldan en büyük kızının eşine yani damadına geçiyordu. Bu bilgiyi kes yapıştır tarihçisi olan bir yığın kürdün yayınladığı kitaplarda müşahade etmek de mümkün. Ancak, tarihçilerimizin birinde bu yöntemin yönetimi bir aşiretten diğerine devretmeye vasıta olduğunu, bu sayede her aşiretin sırasını beklediğini, biribiriyle erki ele geçirmek için savaşmak yerine yarışmaya programladığını ve böylelikle devletin birliğinin ve hakimiyetinin garanti edildiğini okusaydım o gün ölseydim.

Kürtler tarih okuyor, tarih biriktiriyor ama ders çıkarmıyor. Tarih ders çıkarmak içindir, tarih neyin nasıl yapılacağı için başvurulan yaşanmış tecrübedir.
Sömürge milletlerin sadece ekonomisi tahrip edilmekle, tarihi seyri kesintiye uğratılarak sosyal gelişimi tahrip edilmekle kalınmıyor bu her iki tahribatla idraki ve millet olma bilinci, hadiselere millet olarak bakma ve davranma yetisi köreltiliyor.

Kendi tarihini okurken okuduğu tarihte kendini bulma aczine düşen sömürge okumuşudur. Çünkü okuduğu tarihi başkaları yapmakta ve yazmaktadır.
Yine Hitit'in güneyinde yer alan Kizzuwatna krallığı Adanya ve Komana isimleriyle de anılmış bir Hurri-Luviyan aşiretler birliğidir, Hitit'in bünyesine federatif devlet olak katılmış, Hitit'in zayıflaması sürecinde ayrılarak tekrar müstakil devlet statüsüne dönmüştür.

Kürtler sadece aşiretlerden devletler vücuda getirmekle kalmıyor bu devletleri birleştirerek imparatorluklar oluşturuyordu.

Burada verdiğim örnekle eşzamanlı olarak Asia (bilahare Anatolia) coğrafyasında Karya, Likya, Lidya ve Pala devletleri yaşam sürüyordu, hepsi Luvi, Guti kökenli ve hepsi aşiret konfederasyonu olarak tekamül etmiş devletlerdir. Zaman zaman çekişmelerine rağmen farklı kavimlerin tehditleri karşısında gösterdikleri ittifak ve birleşme istidadı hayranlık vericidir.

Pers İmparatorluğu Medler'den aldığı devleti yapı olarak aynıyla muhafaza etti. Persepolis sarayının günümüze kalan merdivenleri 23 basamaktan oluşuyor ve her bir basmağa imparatorluk bünyesindeki bir milletin adı kazınmıştır, bu basmaklardan Millet Kapısı denen cümle kapısına çıkılıyordu. Basamaklarda kayıtlı etnisitelere bakıldığında bunlardan13'ünün yerleşik kürtler olduğu görülür ve aynı çekirdek daha önce Zkit (batılılarca Skyt) imparatorluğuna beşik olmuştur. Persepolis hemen Susa'nın yanıbaşına inşa edilmiştir.

Kürtler kürt tarihini perslerden okuyor ama kendi tarihini taşlardan okumuyor. Pers tarihçisi de, Rus da, İngiliz de, Arap da tarihi bu taşlardan okumuştur. Tarihçi yalan söyler ama taşlar yalan söylemez. Kürt okumuşu ya üşeniyor yada ayırdında değil. Bu gerçeğin farkında olan kürdolog Modkanlı Halil Hayali Bey bir makalesinde bu durumdan yakınarak yüzde vermiş, farsların ve ingilizlerin ekseriyetle yalan söylediğini rusların ise ancak yarıya yakın doğru aktardığını belirtmişti. Aynı kanıdayım.

Kürtlerin Afganistan coğrafyasında kurdukları bir imparatorluk daha var Azzi-Kushan federasyonu yada birliği. Azziler Hitit döneminde Azzi-Hayasa olarak Sevaz-Xarput beldesinde hüküm sürüyor. Hitit tabletlerinde bu topluluğa ve yaşadığı coğrafyaya dair açıklanmış bilgilere istediğimizde ulaşabilecek durumdayız. Hitit'in çökmesinden bin yıl sonra aynı Azzi'nin Afganistan'da ortaya çıkması aynı zamanda Hitit göçünün yönünü ve vardığı yeri göstermesi bakımından da ilginç ve önemli.

Azzi'yi berraklıkla biliyoruz, Kushan kimdir?

Önce dini menkibeden başlayalım, kürtlerde yaygın şekilde rastlanan soy ve şiret isimlendirmesi Kusan yada Kuşi'nin Nuh'un oğullarından Kuş'a atfen verildiği rivayetler arasındadır. Rivayet tarih sayılmaya yeterli değildir ama tarih tarafından şekillendirildiği de bir vakıadır..

Tarihe dönersek, Kusan dedikleri farklı lehçelerde Kasya olarak da anılan Kassitlerdir. Batılı araştırmacılar Kassitlerin kendilerini Kaşu olarak isimlendirdiklerini, farklı telaffuzların komşu topluluklardaki dil ve lehçe farklılıklarından ileri geldiğini söylemektedirler.

Kizzuwatna isimlendirmesindeki ülke anlamına gelen 'watna' çıkarıldıktan sonra geriye kalan 'Kizzu' tarihte sıklıkla rastladığımız aynı Kassu yada Kassi'dir. Farklı tefsire biraz da Nesi alfabesinin yalnızca ünsüz de dediğimiz sessiz harflerden oluşması yol açıyor, seslilerin günümüz araştırmacılarınca bu dilin fonetiği esas alınarak tahminen tayin edildiğini söyleyebilecek durumdayız.

Aynı Kassit Hitit'in müttefiği olarak Babil'i ele geçirmiş ve 175 yıl egemenlik sürdürmüştür. Aynı Kassit'in yardımıyla Hitit Asur'u geriletmiş yayılmasını engellemiştir.

Babil egemenliğinden sonra Asur ve Sami baskısıyla Kassitler Zagrosların güneyinden kuzeyine çekilerek tedricen Azerbaycan'a yayılmışlardır. Atarpataka yada Aderbadegan yada günün telaffuzuyla Azerbaycan ateşgedelerine istinaden bu ismi almıştır. Önceki ismi Med'lerin çekirdek ülkesi olarak tüm coğrafyaya yayıldıkları Küçük Medya'dır, imparatorlukla karıştırılmaması için böyle denmiştir ve denmektedir. Küçük Medya'ya Kassitlere istinaden tarihi dönemlere göre Kaspiana yada Kasparakan da denmektedir. İran'ın bugün daraltılmış Kazvin eyaletinin önceki isimleri bunlardır. Tebriz şehrini Kasyalar yada Kusiler dediğimiz kavim kurmuştur. Eski adı çift başlı balta anlamına gelen Tabar'dan türetilerek başlangıçta Tabaris'tir, zamanla Tebriz'e dönüşmüştür. Çift ağızlı yada çift başlı balta Kizzuların düalist inançlarının sembolüdür. Aynı düalizmi isteyen Kizzuwatna'da da müşahade edebilir.

Günümüz Qerkueçon'u (Karakoçan) Sadlu(Şadiyan) kurmanc ve zaza aşiretlrden oluşmaktadır. Hepsinin menşei Küçük Medya'dır. Palu havalisine yayılmış aşiretlerin yarısına Koç Uşağı denmektedir. Haftasal(Sivrice) mıntıkasına kadar yayılırlar. Büyük kol Koçgiri kürtlerini oluşturur. Hepsi Koçandır, Kuşi'dir, Kassit'tir, Kasya'dır, Kizzu'dur. Göç etmeyenler ve ettikten sonra geri dönenlerin hepsi aynı coğrafyada, yine hepsi bir aradadır.
küçük bir örnek, Bertiler iki bağırdan yada koldan oluşur biri MIlomeri denen bağırdır, diğeri Kusan'dır.

Nisebin ve Midyat'taki Omerilerden Bingöl, Dersim, Agiri ve Başkurdistan Omeri-Omaryalarına kadar hepsi aynı Omeron aynı Omarya yada aynı Homa-Varga'dır.

Bertilerin aşiret bileşimi sadece göçebe dımılilerle kurmancların ittifakına değil biri diğerinin lehçesini kabul ölçeğinde yekleştiklerine ve yekleşebildiklerine tanıklık ediyor. Kusan ise yukarda dökümünü nakletmeye çalıştığım aynı Kusan'dır.

Netice olarak kürtlerin ittifak edemediklerini söylemek yerine ittifak etme yeteneğinin dış etkiyle köreltilmek istendiğini ve engellenmeye çalışıldığını söylememiz gerekecektir.

*

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




Değerli Abdulbari Han ağabeyim sağolsun, yazdığım kısa bir yazının altına; "süveydilerin ana vatanı Genç-Lice-Hani üçgeni ve buranın Güney batısı Siverek hattına kadar olan bölgedir" şeklinde not düşme inceliğinde bulunmuş. Bir Süveydiye daha var, Samandağ da diyorlar, böyle denmesi kürtlerin Sam soyuna izafeten Samani diye isimlendirilmesinden ileri geliyor. Bu isimle kurulmuş kürt devleti var. Hatay'ın Samandağ ilçesine eskiden Süveydiye deniyordu ve Çevlik Süveydiye kentinin limanıydı. Nerede Part varsa orada Sved-Svedi ve Çolig de vardır. Yazım farklılıkları kürtler arasındaki şive farklılıklarından ileri gelmiyor, Bizim yazılı tarihimizin olmayışından ve kürt araştırmacıların bilgileri ekseriyetle yabancı kaynaklardan toplamaları nedeniyle farklı ulusların aynı ismi yazıya geçirmede ve telaffuz edişlerinde ortaya çıkan farklılıktan ileri geliyor. Yine ilginçtir, Sam adı kürtlere soy ismi, etnik isimlendirme olabiliyor. Güneş anlamındaki Sam-Şam-Şem sözcüğü bir çok kürt kentinin isminde tesbit edilebileceği gibi aşiret isimlendirmelerinde yer buluyor, aşiretlerin oluşturduğu konfederasyonlara verilebiliyor. Kürtler inançlarıyla tanımlanıp işaret edildiklerinde Şemsi isimlendirmesinde görüldüğü gibi dini isimlendirme olarak kullanıldığı vakıa. Kahramanlık hikayelerinde de var. Kürt mitolojisinde Rüstem bini Sam bini Neriman yada Neriman oğlu Sam oğlu Rüstem olarak yer bulmuş. Kürt mitolojisi sözlü. Hikaye yada klam olarak günümüze ulaşıyor. İsimler önemli, sadece dini-etnik-kültürel köklerimizi işaret etmekle kalmıyor, kültürel şekillenmenin dini-felsefi altyapısını anlamaya ve çözümlemeye imkan sunuyor. Fars'tan alındığında Zal oğlu Rüstem olur, adına yazılı kaynak denmesi tarih yazarını haklı çıkarmaz. Çünkü "hani bunun ilk sahibi" sorusuna cevap bulmak bir tarihçinin sadece işi olmakla kalmayıp ne kadar tarihçi olduğuna ölçüdür. Ru'yi Stem olan, Stem yüzlü, stapin-iştapinu sıfatlarından tanıdığımız ve anlamını bildiğimiz "ışık yüzlü-parıltılı" bir kahraman yaratılmıştır. Neriman'ın torunu, Güneş Sam'ın oğlu, anası Aşmin olan ancak Rüstem olur, gürzü yada balyozu ise kabul gördüğü her toplumda aynıdır. Bu kadar kudreti şahsında toplayan tanrı sonra mitolojik kahraman, batıya gitse Herakles, Thor olmazmı, elbette olur. Batı mitolojilerindeki ismi aynen budur. Süvedi(ye)'den yola çıktık nereye geldik, tıpkı benim gibi bir naçarın Çolig'den hicretle Sved'e varmasına benzedi. Burada Sved sözcüğüne de bir not düşmek, Süveydi araştımacılarına Rüstem sitemi gibi bir sitem göndermek isterim. Süveydiye üzerine araştırmalarında topladıkları bilgi oldukça geniş ve takdire şayandır. Ancak, bir araya getirdikleri bilgi herhangi bir analize tabi tutulmadan olduğu gibi aktarılmış bilgilerdir, dolayısıyla vahimdir. Bu vehamet bir milletin tarihini dışardan aktarmanın beraberinde taşıdığı felaket ölçeğinde mahzuru hesaba katmamaktan ileri gelmiştir. Bir kuyuya yatay bakan kuyunun sadece ağzını görür, dikey bakan ise altta su olduğunu yada parıltısını. Oysa kuyuya inmek de var, yol ve metod sınırlı değil. Sved dedik, parıltıdır. Bizim ışıktan başka sitemimiz olmasın isteriz. Soluk yüzünüz gün gibi, şem gibi parlasın, abad olasınız.

25.04.2020

Kenan Fani Doğan


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KENAN FANİ DOGAN - Blogg

 

KURDISH AUTHORS

 

 


Foundation For Kurdish Library & Museumm